Hasan-ı Basrî’nin talebelerinden Habîb-i Acemî, tefecilik yapan, fâizle para veren çok zengin birisidir. Kendi meşrebince malına mal katmaktadır. Bir gün tam yemek yiyeceği sırada evin kapısına bir dilenci gelir ve:
▬ Allah rızâsı için şu fakire bir sadaka.” der. Habîb, onun yüzüne bile bakmadan kapıyı kapatır, o fakiri mahzun bir hâlde geri çevirir. Sofraya döndüğünde kabın içindeki yemeğin kana döndüğünü görür! Bu hâdise karşısında dehşete düşer! Kendisini acâyip bir korku sarar! Yerinde duramaz hâle gelir! Cuma günü Hasan-ı Basrî’nin evinin yolunu tutar. Yolda giderken oyun oynayan çocuklar, Habîb-i Acemî’yi görünce, aralarında:
▬ Kaçın, kaçın! Tefeci Habîb geliyor! Ayağından kalkan toz, bize de gelir ve biz de onun gibi bedbahtlardan oluruz!” diyerek kaçışırlar. Çocukların bu sözleri, ona çok daha ağır gelir. Cengiz Numanoğlu’nun:
“Allah için düşün, Allah için koş;
Vallâhi, Billâhi, gerisi bomboş.” dediği gibi hatâsını anlar. Hasan-ı Basrî’nin meclisine varır ve; “Kötülüğün ardından hemen bir iyilik yap ki onu silsin!” Allah (cc), samîmi tövbeleri mutlaka kabul eder. Nebevî tavsiyesine uyarak huzurda tövbekâr olur. O da Habîb’i talebeliğe kabul eder. Oradan ayrılıp eve dönerken, kendisine borcu olanlar, alacaklarını talep eder korkusu ile kaçışırlar. Habîb-i Acemî bu vaziyeti anlayınca:
▬ Arkadaşlar! Kaçmayın, bugün asıl benim sizden kaçmam lâzım.” der. Ve kimden ne alacağı varsa, hepsini bağışladığını îlan eder. Çocukların yanından geçerken, çocuklar bu sefer birbirlerine:
▬ Kaçın, kaçın! Tövbekâr Habîb geliyor. Üzerine bizden toz bulaşmasın. Bulaşırsa, bizler Allâh’a âsî olanlardan oluruz...” diyerek kaçışırlar. Ziyâ Paşa’nın:
“İnsana sadâkat yaraşır görse de ikrâh,
Yardımcısıdır doğruların Hazret-i Allah!” dediği gibi Habîb, bu sözleri duyunca çok duygulanır. Yüreği sızlayarak:
▬ Yâ Rabbbî! Sana sonsuz hamd ü senâlar olsun ki, bir tövbemle ismimi kötüler arasından çıkarıp iyiler arasına kaydeyledin!” diyerek Allâh’a ilticâ eder.
Dünya malı deniz suyu gibidir. İçtikçe harâret artar, eksilmez. Bir yarış tutturmuş âşıklarıyla, kaçanı kovalar, gidene gelmez. Hepimiz bir yarış içerisindeyiz… Biriktirme yarışı, yükselme yarışı, yükseltme yarışı… Rabbimiz de yarış içinde olmamızı istiyor: Mağfiret yarışı, cennet yarışı… “Genişliği gök ile yerin genişliği gibi olup Allâh’a ve peygamberlerine îman edenler için hazırlanmış bulunan cennete ve Rabbinizin bağışlamasına erişebilmek için yarışın.” (Hadid/21) “İyiler elbette nîmetler içindedirler. Koltuklar üzerinde oturup seyrederler. İlâhi lütufların sevincini yüzlerinden okursun. Onlara mühürlenmiş, mührü de misk olan nefis bir içecek sunulur. Yarışanlar, işte bunlar için yarışsınlar.” (Mutaffifin/22-26) Yarışımız servete olursa; vakti gelince ayrılık pek zor olur… Yarışımız makama/şöhrete olursa; inince çıktığımız yerden, pek ağır gelir nefsimize… Ama yarışımız mağfiret ve cennete olursa pek güzel olur. Zorluk olmaz orada. Bıkkınlık olmaz. Dönüşü, inişi olmaz. Süresizdir, sınırsızdır, sonsuzdur… En önemlisi istikâmeti doğru belirlemek, hedefi doğru seçmektir! “Nereye gidiyorsunuz?” (Tekvir/26) diye sorar Rabbimiz, yanlış yönlere gitmeyelim diye… “Allâh’a koşun, ben size O’nun tarafından gönderilmiş bir uyarıcıyım!” diyen peygamberlerinin diliyle hedefi gösterir. “Allâh’a koşmak” Yâni mağfiretine, cennetine... “Allah yolundaysan koş. Koşmak zor geliyorsa hızlı yürü. O da zor geliyorsa sadece yürü. Olmuyorsa sürün. Fakat asla geri dönme.!” der İmâm-ı Şâfiî. Can verip, mal verip cennet kazanmak ne güzel bir alışveriştir! Hz. İbrahim’in diliyle; “Benim namazım, ibâdetim, hayatım ve ölümüm, hepsi âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.” (En’âm/62) (Bizi Kim Beğenecek) Yenişehirli Avnî Bey’in şu beyti de hatırdan çıkarılmamalıdır:
“Sanman taleb-i devlet ü câh etmeğe geldik,
Biz âleme bir yâr için âh etmeğe geldik...”
[Bizim bu âleme makam ve mevki ele geçirmek için geldiğimizi sanmayınız; bir yâr için âh etmeğe geldik biz. (Tabiîdir ki ilâhî aşk anlatılmaktadır)]
Birçok insan yalan söyleyip, yanlışlarına bahâne bularak kendilerini rahatlatmak istedikleri için bunlara “beyaz yalan” derler. İbâdetlerden kaçmak için, ticâri gâye için, makam-mevki için, çocukları kandırmak için, şaka olsun diye söylenen yalanlar da bunlar arasındadır. Bunlara her ne kadar beyaz dense de dinimiz her türlü ahlâki yozlaşmanın, yalanın, Allâh’ı unutmanın, ibâdetsizliğe mâzeret aramanın kara olduğunu haber verir. Ziyâ Paşa’da böyle düşünenlere:
“Korkma nâdandan ki ateş olsa yandırmaz seni, Müstakîm ol Hazret-i Allah utandırmaz seni.” der.
Elbette anlayana, anlamak isteyene…
HÂSIL-I KELÂM! “Ölenler Ölümü Bilmez, Ölüm Kalanların Hikâyesidir. Yol Elif İse, Yön Bellidir... Herkes Kendi Tercihiyle, Kendi Hayatını Yaşar... Söz Meclise, Kıssa Herkese… Söz Uzar, Kesmek Gerektir Vesselâm!”
Selâm ve duâ ile…