Hz. Peygamber ﴾Sav﴿, hicretin 4. yılında Ebû Berâ’nın dâvetiyle çoğunluğu sûffe ashâbından olan 70 arkadaşını Necid Bölgesindeki kabîleleri İslâm’a dâvet için gönderir.
Haram b. Milhan, Hz. Peygamberin verdiği mektubu kabîlenin lideri Âmir b. Tufeyl’e ulaştırınca Âmir mektubu okumadan Haram’ı öldürtür. Arkasından hâince saplanan mızrağın ucu göğüs kemiklerini parçalayıp çıkarken Haram’ın dudaklarından dökülen son cümle:
▬ Kâbe’nin Rabbine yemin olsun ki kurtuldum!” olur. Benzer bir olay 70 kişinin içinde bulunup da şehit olan Âmir b. Fuheyre ile ilgili olarak da anlatılır.
▬ Kâbe’nin Rabbine and olsun ki kurtuldum!” cümlesi, ölümü öldürmenin huzuru ile söylenebilecek bir cümledir. Çanakkale’de cesetleriyle duvar ören Mehmetçik için düşmanın:
▬ Bizim yaşamayı istediğimiz kadar onlar ölmeyi istiyorlardı!” tespiti ve yakın zamanda kendisine uzatılan mikrofona:
▬ Âilene ne söylemek istersin?” denildiğinde:
▬ Beni beklemesinler!” diyen Mehmetçiğin de ölümü bir son değil, cennete açılan kapı olarak görmesinin ifâdesidir. Tarih boyunca bu örneklere benzer yüzlerce, binlerce yaşanmış hâdise anlatılabilir. Esâsen İslâm’ın insandan istediği de bu adanmışlık rûhudur. Kur’ân-ı Kerim’de dünyadaki kalış süremiz “gündüzün bir kısmı”, “bir akşam ya da kuşluk vakti” olarak tasvir edilir. “Kuşluk vaktinde cenneti kazanın, öyle gelin.” diye seslenir sanki. Biz yaşadığımız çağda dünyevîleşmenin etkisiyle ölümü kötü görüp sâdece yaşamayı kutsarken, Rabbimiz kendi rızâsını kazanmak için yaşanan kısa hayatla berâber yine O’nun ﴾cc﴿ için candan geçebilmeyi yüceltir. “Allah mü’minlerden cennet karşılığında mal ve canlarını satın almıştır.” ﴾Tevbe, 111﴿ ve “Allah yolunda öldürülenler diridirler ve kendilerine ikram edilenlerden fevkalâde memnundurlar.” ﴾Âl-i İmrân, 169﴿ Anadolu coğrafyasını dikkate alarak soralım: 639’lu yıllarda sahâbe ve tâbiînden müteşekkil ordu Diyarbakır surlarını şehitlerle aşıp fethetmeseydi; 1071’de Sultan Alparslan Türk ve Kürtlerden müteşekkil, ümmet bilincine ulaşmış ordusunun başında kefene bürünür gibi giydiği beyaz kaftanında şehâdet niyetiyle kendisini adamasaydı; Çanakkale’de yüzbinlerce Mehmetçik cesetleriyle düşmanın önünde sur yapmasaydı; yıllardır terörle mücâdelemizde kendisinden vazgeçen şehitlerimiz olmasaydı; 15 Temmuz’u 16’sına bağlayan gece şehâdet ruhuyla binler, yüzbinler hâinlerin eline geçmiş tankın, uçağın önüne dikilmeseydi…. Bugün semâlarında Allah ﴾c.c﴿ ve Hz. Muhammed’i ﴾s.a.v.﴿, simgeleyen ay ve yıldızıyla dalgalanan al bayrağı; minârelerinde “Allâh’u Ekber” sadâları yükselen câmileri; üzerinde özgürce dolaşılan şehirleriyle Anadolu’dan bahsedebilir miydik? Yoğunlaşmamız gereken, üzerine titrememiz gereken nerede, ne zaman öleceğimizden ziyâde mü’min olarak ölüp ölemeyeceğimizdir. Can emânetini şehâdetle sâhibine sunabilirsek bundan büyük bahtiyârlık olabilir mi? ﴾Bizi Kim Beğenecek﴿ Bunu en güzel İstiklâl Şâiri’nin:
“Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ?
Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan şühedâ!
Cânı cânânı, bütün varımı alsın da Hûdâ,
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ.” bu cümleleri anlatsa gerek.
Vatan şâiri Namık Kemal ünlü “Vatan” makâlesinde; en küçüğünden en büyüğüne kadar bütün insanların, bağlanılan muhtelif şeylere karşı beslediği hissiyat ile vatan sevgisini birleştirir ve: “...Henüz memede olan süt çocukları beşiğini, çocuklar eğlendiği yeri, gençler geçimlerinin temin edildiği yeri, ihtiyârlar, yalnız kaldıkları köşelerini, evlât anasını, baba âilesini ne türlü duygularla severse, insan da vatanını o duygularla sever.” der. Bunun niçin böyle olduğunu ise arka arkaya tekrarladığı “İnsan Vatanını Sever!” şeklindeki hüküm cümlelerini tâkiben şöyle îzah eder:
Ø İnsan vatanını sever; Çünkü, Allâh’ın insanlara bahşettiği şeylerin en azîzi olan hayat, vatan havasını teneffüsle başlar. Bir diğer ifâdeyle; vatanı olmayan, kendisine Allâh’ın ihsan ettiği şeylerin en azîzi olan hayattan yeteri kadar zevk alamaz. Demek ki, hayatın gerçek anlamıyla lezzetine varabilmenin ilk şartı, vatana sâhip olmaktır.
Ø İnsan vatanını sever; Çünkü, Allâh’ın bağışladığı şeylerin en parlağı olan nazar, göz, dünyaya ilk baktığı zaman, vatan toprağını görür. Onun için vatanını sever.
Ø İnsan vatanını sever; Çünkü, etrâfına baktıkça, her köşesinde geçen ömrünün, geçmiş hayatının hazin bir hâtırasını, taşlaşmış, taş kesilmiş gibi görür.
Ø İnsan vatanını sever; Çünkü, hürriyeti, rahatı, hakkı, menfaati, vatan sâyesinde ayakta kalabilir.
Ø İnsan vatanını sever; Çünkü, varlık sebebi olan atalarının sakin mezarlığı ve ömrünün neticesi olacak evlâdının meydana geleceği yer vatandır.
Ø İnsan vatanını sever; Çünkü, vatan çocukları arasında dil birliği, menfaat birliği ve birbirine fazla alışmış oldukları için bir gönül yakınlığı ve fikir kardeşliği hâsıl olmuştur. O sâyede bir adama; dünyaya göre vatan, oturduğu şehre göre kendi evi hükmünde görünür.
Ø İnsan vatanını sever; Çünkü, vatanda mevcut olan hâkimiyetin bir kısmının hakîki sâhibi bizzat kendisidir.
Ø İnsan vatanını sever; Çünkü, vatan bir gâlibin kılıcı veyâ bir kâtibin kalemi ile çizilen belirsiz hatlardan ibâret değildir. Vatan, millet, hürriyet, menfaat kardeşlik, tasarruf, hâkimiyet, ecdâda hürmet, âileye muhabbet, gençlik hatırası gibi birçok ulvî hislerin bir araya gelmesinden hâsıl olmuş mukaddes bir fikirdir.” der. Elbette anlayana, anlamak isteyene… ﴾diyanet.gov.tr﴿ Vatan Şâirinin dediği gibi:
“Ecdâdımızın heybeti mâ’rûf-i cihândır.
Fıtrat değişir sanma, bu kan yine o kandır.”
Elbette anlayana, anlamak isteyene…
HÂSIL-I KELÂM! “Ölenler Ölümü Bilmez, Ölüm Kalanların Hikâyesidir. Yol Elif İse, Yön Bellidir... Herkes Kendi Tercihiyle, Kendi Hayatını Yaşar... Söz Meclise, Kıssa Herkese… Söz Uzar, Kesmek Gerektir Vesselâm!”
Selâm ve duâ ile…