Biricik evlâdını kaybeden üzüntü içindeki kadın ehl-i irfandan birine gider ve:

▬ Hangi duâları etsem hangi büyüleri, sihirleri yaptırsam oğlumu bana geri getirir?” diye sorar. Ona birkaç teselli sözü söyleyip geri yollamak ve birilerinin insafsız ellerine bırakma yerine; ehl-i irfandan olan zât:

▬ Hanımefendi! Bana, asla acı tatmamış bir evden bir hardal tohumu getirirseniz sizin acılarınızı yok edebilir ve yaşamınızdan bunu giderebilirim!” der. Heyecanlanan kadın, hemen büyülü tohumu aramaya başlar. Çok güzel bir evin önüne gelir kapıyı çalar ve:

▬ Asla acı yaşamamış bir ev arıyorum. Bu benim için çok önemli! Burası öyle bir yer mi?” diye sorar. Ev sahipleri kadını içeri alırlar ve:

 ▬ Sen yanlış yerdesin” diye söze başlarlar. Daha sonra başlarından geçen olayları anlatırlar. Kadın kendi kendine düşünür:

▬ Bunlar benden daha acılı, bunlara birinin yardımcı olması gerekir” der ve orada kalıp onlara yardımcı olmaya karar verir. Daha sonra başka acısı olmayan evler aramaya devam eder ama nereye gitse her birinden acı dolu bin bir hikâye duyar. Ancak insanların acılarını azaltabilme işine öylesine kendini kaptırır ki oğlunun acısını ve onu unutturacak olan hardal tohumunu aramayı bile unutur. Böylece yavaş yavaş acı onun da yaşamından çıkar gider.

Chinua Achebe: “Acı kapınızı çaldığında ona yer olmadığını söylerseniz, o da bunun hiç sorun olmadığını, kendi koltuğunu yanında getirdiğini söyler. Bir pervâne gibiԁir acı; tek farkı insanı alıp götürmez bir yere, ԁöner ԁe ԁöner habire...” der.

Alfred De Musset: “İnsan bir çıraktır, acı da onun ustasıdır. Hiç kimse acı çekmedikçe kendisini tanıyamaz...” diye tarif eder acıyı.

Bizim kültür ve inanç dünyamızda başımıza gelen her sıkıntı Müslümanın hakkında mutlaka hayırdır: Ya geçmiş günahlarını siler ya gelecek belâ ve musîbetlere engel olur, ya ilâhi bir îkaz ve uyarıdır, ya da mânevi makamının daha da artması için bir denemedir.

Hayatın akışı içerisinde her birimizin yaşadığı zorluklar, çile ve kederler, maddi ve mânevi sıkıntılar olması mukadderdir. Çünkü bu dünya, adı üstünde, “imtihan dünyası”dır. Başa çıkmak için uğraştığımız imtihanlardan çok daha fazlasını Resûlullah (s.a.v.) yaşamıştır. O (s.a.v.), doğmadan babasını, henüz altı yaşındayken annesini kaybetmiş, yetim ve öksüz olarak büyümüştür. Can yoldaşı eşini ve altı çocuğunu kendi elleriyle toprağa vermiştir. Mekke’de bir avuç mü’minle birlikte müşriklerin amansız baskı ve işkencelerine, kısıtlama ve dışlamalarına mâruz kalmıştır. Bütün bu sıkıntı ve musîbetlere rağmen, Efendimiz (s.a.v.) asla ümîdini ve inancını kaybetmemiş, dâima Rabbine sığınmış ve O’ndan yardım istemiştir. Allah’ın râzı olmayacağı çözümlere tevessül etmemiştir.

Peygamberimiz (s.a.v.): “Mü’min hakkında öyle bir açıklama yapacağım ki, bu şaşırtıcı ve hayranlık uyandırıcı bir durumdur. Hem Mü’minin bu hâli başka hiç kimsede bulunmaz.” der ve: “Mü’minin her işi hayırdır. Bir genişliğe kavuşursa şükreder, bu onun için hayır olur. Bir darlığa uğrarsa sabreder, bu da onun için hayır olur.” buyurur. İşte gerçekten de şaşırtıcı ve hayran olunacak bir hâl!  Bir insan için birbirine zıt görünen iki durum birden nasıl hayırlı olabilir ki? Allah’ın Resulü (s.a.v.); “Genişlik de darlık da mü’min için hayırlıdır. Birbirine zıt gibi görünse de aslında ikisi arasında mü’min için çok fark yoktur.” buyuruyor. Üstelik bunu son derece edebî bir üslupla ve çarpıcı bir ifâde tarzıyla özetliyor. Hatta ifâde de çarpıcılığı artırmak için genişliği, normalde darlık ve sıkıntı için kullanılan bir ifâde olan “isâbet etmek” fiiliyle kullanıyor. Sanki “aslında genişliğin de tıpkı darlık gibi bir musîbet olduğu; mü’minin geçici dünya hayatında bâzen öyle bâzen böyle imtihan edildiği” mânâsı, mükemmel bir üslupla ifâde buyrulur. Ne kadar mükemmel bir üslup… Az sözle, çok şey anlatma mucizesi (İ’caz)…

Yüce Rabbimiz: “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınayacağız. Sabredenleri müjdele!” buyurmaktadır

Elbette hiçbirimiz zorluklarla karşılaşmayı arzu etmeyiz. Ancak mü’minler olarak biliriz ki, hayatın güzel anları kadar, sıkıntılı zamanları da dünya imtihanımızın birer parçasıdır. Cenâb-ı Hak, insanı bâzen elindekileri alarak bâzen de fazlasıyla nimet vererek imtihan eder.

İyi günde olduğu kadar, kötü günde de hayata tutunmak ve Rabbimizle aramızdaki bağdan güç almak, îmânın güzelliğindendir. Çünkü dert varsa, dertlere derman olan Allah vardır. “O ne güzel Mevlâ, ne güzel yardımcıdır!” Sıkıntı varsa, sıkıntılara elbirliği ile çözüm bulacak dostlar, komşular, akrabalar vardır. “Mü’minler ancak kardeştir!” Mevlânâ’nın:

“Sanma ki dert sadece sende var,

Sendeki derdi nimet sayanlar da var...” veya;

Sakın! “Rabbine dönüp “benim büyük bir derdim var” deme.

Derdine dönüp “Benim büyük bir Rabbim var” de!” sözlerini aklımızdan çıkarmamalıyız.

 Yaşadığımız zorluklar karşısındaki metânetli tavrımızın, Allah katında kolaylığın müjdecisi olacağını unutmamalıyız. Bizler bu dünyaya, inanmak ve iyi işler yapmak için geldik. Peygamberimizin umut ve teselli vâdeden: “Vücuduna batan bir diken bile olsa, başına gelen her türlü musîbet karşısında Müslüman’ın günahları affolunur.” yine Efendimizin (s.a.v.): “Biz Allah’a âidiz ve O’na döneceğiz. Allah’ım! Başıma gelen musîbetin mükâfatını senden bekliyorum, bundan dolayı bana ecir ihsan eyle, benim için onu daha hayırlısıyla değiştir.” duâsını aklımızdan hiç çıkarmayalımVesselam…

            Selâm ve duâ ile…