Şimdi olduğu gibi o zamanda ticâretin merkezi olan Kayseri’ye Moiz adında gayr-i müslim bir tüccâr gelir. Ticâret yapmak için çarşıda bir güzel bir yerde dükkân tutar. Komşularına da:
▬ Bu çarşıda en çok kime dikkat etmeli ve çekinmeliyim?” diye sormayı da ihmal etmez. Tüccarlar, birkaç dükkân ilerisini işâret ederek:
▬ Bak, orada bir İhsan Ağa var ona çok dikkat et. Onun yanına da desturla yanaş!” derler. Günler hızla geçerken meraklanan Moiz, İhsan Ağa’nın yanına gider. Bakar ki İhsan Ağa’nın dükkânı bomboş... Hayretle:
▬ Ne iş yaparsın? Ne alır ne satarsın İhsan Ağa?” der. İhsan Ağa:
▬ Her şeyi alıp satarım Efendi!” dediğinde Moiz:
▬ O da ne demek İhsan Ağa, öyle bir şey olabilir mi?” der. İhsan Ağa:
▬ Neden olmasın! Meselâ, kabul edersen senin dişlerini satın alırım!” der.
▬ Mümkün mü böyle bir şey, ağzımdaki dişleri neden satayım?” der Moiz, İhsan Ağa:
▬ Ama güzel dişlerin var onlara 10 altın veririm işte. Ömrünün sonuna kadar ağzında kalsın, öldükten sonra da benim olsun ne dersin? Güzel ve senin için kârlı alış-veriş değil mi?” der. Moiz içinden; “Bu aptal adama mı dikkat et, tehlikeli diyorlar?” diye güler kendi kendine ve; “Güzel yere tezgâh açmışım. İyi ki Kayseri’ye geldim. Burada çok güzel paralar kazanırım!” diye de içinden geçirerek:
▬ Kabul İhsan Ağa, ver 10 altını dişler ölünce senindir!” der. Aradan birkaç gün geçer. İhsan Ağa yanında iki üç kişiyle Moiz’in dükkânına gelir ve:
▬ Moiz Efendi! Dişlerine müşteri çıktı. Malı yerinde görmek ve bakmak istiyorlar. Aç ağzını da yerinde görsünler malı!” der. Moiz:
▬ Hani dişlerim ölünceye kadar benimdi?” diye kızar ama İhsan Ağa:
▬ Merak etme, ölümünden sonra teslim edilmek üzere satacağım zâten!” der. Müşteriler Moiz’in ağzını ağaç bir çubukla aşağı yukarı iyice inceler, kurcalar, karıştırır ve dişlerine 12 altın verirler. İhsan Ağa teklifi az bulup reddeder ve müşterileri gönderir.
Ertesi gün İhsan Ağa bir başka müşteri grubuyla yine Moiz’in dükkânına damlar. Yine dişleri muâyene, kurcalamalar, yine pazarlık, müşteriler teklifi 15 altına çıkarır. İhsan Ağa yine teklifi reddeder. Üçüncü gün başka müşteri, dördüncü, beşinci gün, derken; sonunda Moiz olanlara dayanamaz ve:
▬ İhsan Ağa! Beni hayvan pazarında dişleri kontrol edilen eşşek durumuna düşürdün! Al şu 10 altınını, çek git ve bir daha da dükkânıma sakın uğrama!” der. İhsan Ağa, sorumluluğunun farkında hafiften tebessüm eder ve Cengiz Numanoğlu’nun:
“Nemelâzım” sözü, korkuya perde,
Hiçbir zaman devâ, olmadı derde.” düşüncesiyle olsa gerek:
▬ Olur mu Moiz Efendi? Bu dişler 40 altını gördü. 50 altından aşağısına asla geri veremem!” der. Moiz çâresiz, her gün ağzını merkep gibi kontrol ettirmektense 50 altın vermeyi kabul eder. İhsan Ağa da gülerek Abdurrahim Karakoç’un:
“Yem havası çalan yırtık boruyu,
Kime öttürürsen öttür yâ Rabbi.
Güdülmeye lâyık ha bu sürüyü,
Kime güttürürsen güttür yâ Rabbi.” şiirinde söylediklerini de düşünerek kendi üzerine düşen sorumluluğu, başkaları yapsın kolaylığına kaçmayarak veya İsmet Özel’in; “İslâmî olmayan yapılar içinde eriyip giden Müslümanlar sosyal mânâda kısırdırlar, tıpkı katır gibi.” sözüne muhatap olmamak için Moiz’e:
▬ Gördün mü Efendi? Ben sana her şeyi alıp satarım dediğimde bana gülmüş ve inanmamıştın. Hatta bıyık altından kendince benimle istihzâ (alay) etmiştin. Şimdi git tezgahını nereye açarsan aç…” diye unutamayacağı ve zor günlerden geçtiğimiz bu günlerde yerli ve milli olma konusunda ne kadar hassas olmamız gerektiğini aklımızdan çıkarmamamız gereken bir ders verir. Kendisine çok pahalıya mal olan bu pazarlık sonucu tarağını/tezgâhını toplayarak başka pazarlar aramaya koyulur Moiz. Fuzûlî, bir mısrasında: “Her kimin âlemde mikdârıncadır tab’ında meyl.” “Herkesin kıymetinin ne olduğu, âmiyâne bir tabirle (ne kadarlık adam olduğu) meyl ettiği yani eğilim gösterdiği, kavuşmak arzûsunda bulunduğu şeyden bellidir.” der elbette anlayana, anlamak isteyene…
Yüce Mevlâ’nın Mâide Sûresinin 105. âyeti kerimesinde: “Ey îman edenler! Siz kendi sorumluluklarınıza dikkat edin. Siz doğru gittiğiniz takdirde yanlış yola sapanlar size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allâh’adır ve yapmakta olduğunuz her şeyi o zaman Allah size bildirecektir.” buyurduğu gibi.
Bu âyetin, mü’minlerin, îman çağrısına olumlu karşılık vermemekte direnen ve kötülükler içinde yüzmeye devam eden inkârcıların durumuna üzülmeleri üzerine nâzil olduğu rivâyet edilmiştir.
Gerçekten, Kur’ân-ı Kerîm ve Hz. Peygamber’in sünneti incelendiğinde, İslâm’da katı bir ferdiyetçilik anlayışının asla onaylanmadığı görülür. Aksine İslâm’ın bu iki temel kaynağı, bir taraftan kişiyi din kardeşinin sevinç ve kederini paylaşmaya özendirmiş, hatta “onun mutluluğunu kendisininkine tercih etmesi” anlamına gelen îsâr kavramına ayrı bir değer vermiş (Haşr 59/9), diğer taraftan da toplumda dirlik ve düzenliğin sağlanması ve korunması için bireylere birtakım ödevler yüklemiştir. Fakat unutmamak gerekir ki toplumları meydana getiren fertlerdir ve sağlıklı bir toplumsal yapı ancak görev bilincine sahip, önce kendisini düzeltmeye çalışan bireylerin baskın öge hâline gelebilmesiyle mümkündür. Şu hâlde bu âyeti şöyle anlamak uygun olur: Kişinin başkalarına yardımcı olabilmesi, topluma olumlu katkılarda bulunabilmesi her şeyden önce kendi sorumluluklarına dikkat etmesine bağlıdır. Bu konuda üzerine düşeni yapan ve kendisini sürekli kontrol eden bir kimse de yanlış yollara düşmüş insanlardan zarar gelebileceği kuruntusuna kapılarak aydınlık yola çağrıda bulunma görevini ihmal veya terk etmemelidir. (Kur’an Yolu Tefsiri). Milli şâirimiz Mehmet Âkif’in;
“Sâhipsiz olan vatanın batması haktır.
Sen sâhip olursan bu vatan batmayacaktır.” dizelerinde dile getirdiği gibi; “Memleketinize, işinize, dişinize, eşinize ve çocuklarınıza sâhip çıkın.”
HÂSIL-I KELÂM! “Yol Elif İse, Yön Bellidir... Ölenler ölümü bilmez, ölüm kalanların hikâyesidir. Herkes Kendi Tercihiyle, Kendi Hayatını Yaşar… Söz uzar, kesmek gerektir vesselâm!”
Selâm ve duâ ile…