Mevlânâ Celâleddin-i Rûmi’nin teşhis ve intâk sanatlarını içeren hikâyelerini sık sık konu ediniyoruz. Bunlardan bir tânesinde, aslan, kurt ve tilkinin arkadaşlığını anlatır Mevlânâ. Aslan, tilki ve kurt arkadaşlık kurar ve birlikte ormanda gezerlerken acıkırlar. Hemen oracıkta aslan bir ceylanı yakalayıp kurdun önüne bırakır ve:

Hadi, şu ceylanı bir taksim ediver de, birlikte âfiyetle yiyelim.” der. Kurt, büyük bir dikkat ve kemâl-i ciddiyetle:

Şu but senin, bu but benim, şu but da tilkinin.” şeklinde taksim ederken aslan sinirlenir ve bir pençe darbesiyle kurdun işini bitirir bu arada da yerde yatan kurta:

Bre ahmak, sen kendini benimle nasıl eşit sayarsın? Sen benim çektiğim emeği çektin mi ki böyle bir taksimata cüret edebiliyorsun?” diye de kükrer. Sonra tilkiye döner ve:

Hadi efendi, şu taksimi sen yapıver de karnımızı doyuralım.” der. Tilki:

Efendim, şu ön but, sizin sabah kahvaltınız olsun, arka budu da öğle yemeğinde âfiyetle yersiniz. Şu kalan kısmını da akşam yemeğinize ayıralım da aç kalmayasınız.” diye taksimde bulununca aslan, tilkiye:

Sen ne yiyeceksin o halde?” diye sorduğunda tilki:

Efendim, ben az yer ve çabuk doyarım zâten. Sizin yediklerinizden arta kalan kemiklerle, derilerle idâre ederim.” der. Aslanın çok hoşuna gider bu cevap ve:

Aferin sana! Sen bu güzel (!) ve adâletli (!) taksimi nereden öğrendin?” diye sorar. İmâm-ı Şâfîi’nin “İbret almak istersen; hata sahibi kişilerin âkibetine bakta kalbini topla.” dediği gibi tilki de:

Efendim! Bu taksimi, işte bir pençe darbesiyle yerde cansız yatan şu kurttan öğrendim.” der anlayana/anlamak isteyenlere de güzel bir ders verir. Üstâd Necip Fâzıl:

“Bak da ibret al yere düşen yaprağa,

Eskiden oda senin gibi yukardan bakardı toprağa...” derken; İstiklâl Şâiri merhûm Âkif’te:

            “Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!

            Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?

            “Tarih’i  “tekerrür” diye tarif ediyorlar;

            Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?” diyordu beyitlerinde.

            Kur’ân-ı Kerim’de müteaddit âyetlerde; “Onlar, yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin âkıbetlerinin nice olduğuna bakmadılar mı? Ki onlar, kendilerinden daha güçlü idiler; yeryüzünü kazıp alt üst etmişler, onu bunların îmar ettiklerinden daha çok îmar etmişlerdi. Peygamberleri, onlara da nice açık deliller getirmişlerdi. Zâten Allah onlara zulmedecek değildi; fakat onlar kendi kendilerine zulmetmekteydiler.” (Rûm, 9) “Senden önce de, şehirler halkından kendilerine vahyettiğimiz erkeklerden başkasını peygamber göndermedik. (Kâfirler) yeryüzünde hiç gezmediler mi ki, kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğunu görsünler! Sakınanlar için âhiret yurdu elbette daha iyidir. Hâlâ aklınızı kullanmıyor musunuz?” (Yûsuf, 109) “(Resûlüm!) De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın da, daha öncekilerin âkıbetleri nice oldu, görün. Onların çoğu müşrik idi.” (Rûm, 42) buyurulur. Yâni mübârek mesajları, “Yeryüzünde dolaşın, sizden önce yaşamış ve hakîkati yalanlamış olanların hâllerinin ne olduğuna bir bakın, inkârcıların sonunun ne olduğunu görün. Muhkem kayalar üzerine evler inşâ etmişlerdi. Şanlı ve ihtişâmlı nice binâlar yapmışlardı. Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşıyorlardı. Bütün yatırımlarını dünyaya yapmışlardı. Âkıbetlerinin ne olduğunu görün!” diye de anlayabiliriz. Sokaklarda elektrik direklerinin tehlike arz eden kısmına yerleştirilmiş üzerinde kurukafa sembolünün bulunduğu bir işâret levhası vardır. Herkes bilir ki, üzerinde yazdığı gibi “ölüm tehlikesi” vardır. Çarpılmışlığı simgeleyen bir kurukafa. Yâni, buradan öteye geçmeyin, çarpılma tehlikesi var demek. Bizden önce yaşayan mal sahibi, mülk sâhibi… Bizden önce yaşayan makâm, mevki sahibi… Bizden önce yaşayan ve dünya nîmetlerinin kendilerine alabildiğine artırıldığı, azmış, şımarmış, Kârunlaşmış, tiranlaşmış insanların âkıbetlerinden elbette dersler ve ibretler almalıyız. Dünya hayatında, dünyalık adına bütün kazandıklarımızla ancak kabrin kapısına kadar gidebiliyoruz. Oradan ötesine bizi taşıyacak olan değerlerimiz; sahih imân, sâlih amel, güzel ahlâk, samimiyet ve teslimiyettir. (Bizi Kim Beğenecek) Konumuzla ilgili Niyâzi-i Mısrî:

            “Bir göz ki, ibret olmaya nazarında,

            Ol düşmanıdır sâhibinin başı üzerinde...” derken, bir kelâm-ı kibâr ise olayı kısaca şöyle özetler:

            “Hak sillesinin sedâsı yoktur. Bir vurdu mu devâsı yoktur.”  Vesselam...

            HÂSIL-I KELÂM! “Yol Elif İse, Yön Bellidir... Herkes Kendi Tercihiyle, Kendi Hayatını Yaşar...”

            Selâm ve duâ ile…