Seksenli yılların sonunda Erzincan’ın Kemah İlçesi Gülabibey Camisinde İmam-Hatip olarak vazîfe yapan, hafız, medrese eğitimini ve İmam-Hatip Lisesini tamamlayan, idealist, sıradışı bir İmam Efendi vardır. Dönemin İmam-Hatip Lisesi Müdürü Cemal İlter öğrencilerine ve yanındaki arkadaşlarına sürekli teşvik amacıyla:

▬ Bu hocanın yanında dolaşmak bile bir eğitimdir.” der, onlarda Hoca Efendiden istifâde etmeye çalışırlar. Hoca Efendi, Gülabibey Camisi’nin şadırvanında abdest alırken, kendisi de imam olan Şeref Hoca:

▬ Hocam akşam televizyon haberlerini izlediniz mi?” diye sorar. Hoca Efendi:

▬ Yoo, izlemedim, ne vardı ki?” cevâbını verince Şeref Hoca:

▬ Ekranda Belçikalı bir adam gösterdiler, farklı şiveleriyle birlikte tam 37 dil biliyormuş!” der. Hoca Efendi gâyet sâkin bir tavırla:

▬ Allah’a îman etmiş mi? Kendini yaratan Rabbini biliyor muymuş?” diye bir soru daha sorar.

▬ Hayır!” cevâbını alınca da Üstâd Necip Fâzıl’ın:

            “Müjdecim, kurtarıcım, efendim, peygamberim,

            Sana uymayan ölçü; hayat olsa teperim!” dediği gibi:

▬ Yazık, hiçbir şey bilmiyormuş!” der. “Yazık, hiçbir şey bilmiyormuş!” Bu cümle bir kitâbın, hatta kitapların anlatamayacağını anlatır aslında. Elbette anlayana, anlamak isteyene…

Maddeci, menfâati ve dünyayı esas alan hayat anlayışı bizi de etkiliyor farkında mısınız? Kendisinde hiçbir îman alâmeti olmayan kişinin başarısını takdir etmek; bizâtihi haram içeren bir eylemi, davranışı beğenmek aşınmanın, bozulmanın boyutları hakkında bir fikir verebilir. Rabbimiz; “Îman etmeyenlerin iyi işlerini çöldeki serâba benzetir.” (Nur, 39) “İndirdiğini beğenmeyenlerin amellerinin boşa çıkartıldığını belirtir.” (Muhammed, 8-9) En çok zarara uğrayanların iyi iş yaptıklarını zannettikleri hâlde çabaları boşa giden kimseler olduğunu ifâde buyurur.” (Kehf, 103-105) Âlemlerin Rabbi katında insana değer katan îmandır; sâlih ameldir; güzel ahlaktır, takvâdır.

            Zîrâ insan, îmanla yücelir. Kalpler, îmanla huzur bulur. Vicdanlar, îmanla berraklaşır. Akıllar, îmanla durulur. Kabirler, îmanla aydınlanır. Mahşer, îmanla ferâha erer. Sırattan îmanla geçilir. Cennete îmanla girilir. İstiklâl Şâiri Âkif’in:

            “Îmandır o cevher ki İlâhî ne büyüktür…

            Îmansız olan paslı yürek, sinede yüktür!” dediği gibi.

            Bizlerin “Nurlar/ışıklar içinde uyusun.” dememizle kabri aydınlanmaz insanın. “Âyetlerimizi inkâr edenler karanlıklar içindeki sağır ve dilsizlerdir.” (En’am, 39) buyurur Mevlâ. Ölçümüz kitâbın ölçüsü olacak. Bizim beğenilerimiz değil Rabbimizin beğenisi esas olacak. Âlemleri bilse, dünyayı îmar etse, gezegenlere ulaşacak vasıtalar yapsa da insan; âlemleri Yaratanı tanımadıkça, cennete ulaştıran vasıtaları bulmadıkça kıymetinin olmadığını bilecek. Kendisini Rabbinin katında kıymetli yapan değerlere ihtimam göstererek yaşamayı hayat tarzı hâline getirecek. Yoksa… Merhûm Cengiz Numanoğlu’nun:

            “Akıl vermiş, engelleri geç diye,

            Vicdan vermiş, hak yolunu seç diye,

            Gönül vermiş, kapıları aç diye,

            Bunca anahtarın, farkında mısın?

                        “Senin sâhibin var, yokluğa kanma,

                        Sana senden yakın, uzakta sanma,

                        O’na tüm kâinat, dar gelir amma,

                        Bir gönüle girer, farkında mısın?” dediği gibi. Yoksası… akla bile getirilmemelidir. (Bizi Kim Beğenecek)

            Kulun derdi sâdece Allah’ın rızâsını kazanmak olmalıdır. O râzı olursa bize yeterlidir. Kısaca şâirin dediği gibi:

“Keşke sen râzı olsan da hayat acı olsa.

Keşke sen râzı olsan da; insanlar hoşnut olmasa.

Keşke benimle senin aran sağlam olsa da; benim ile insanların arası bozuk olsa.

Senden sevgi gerçekleşirse her şey kolaydır. Toprağın üstündeki her şey toprak olacaktır.”

Anlayacağınız; kul Rabbini tanıdıkça derdi Rabbini râzı etmek olur. İnsanların hoşnutsuzluğu, memnûniyetsizliği ona zarar veremez. Yâni “Allah bizim farzımıza bakacak, tarzımıza değil...” Mevlânâ’da der ki:

“Anlamaz olgun adamdan bil ki, ham,

Söz uzar, kesmek gerektir vesselâm!”

HÂSIL-I KELÂM! “Yol Elif İse, Yön Bellidir... Ölenler ölümü bilmez, ölüm kalanların hikâyesidir. Herkes Kendi Tercihiyle, Kendi Hayatını Yaşar...”

Selâm ve duâ ile…