Delikanlı, babasına her gün takılır ve:                                                                 

▬ Benim öyle dostlarım var ki, sendeki dostlar gibi mi?” der. Ama babası:

▬ Evlât! Hakîki dost öyle çok olmaz. Hakîkisi belki bir, belki iki fazlasını bulamazsın.” der. Günler sonra aralarında başlar bir tartışma ve karar verirler bir sınava dostun hakîkisini anlamak için. Bir akşam bir koyun keserler ve koyarlar çuvala. Baba oğluna:

▬ Hadi, al bu çuvalı götür dostuna!” der. Çuvaldan kanlar damlamakta sanki öldürmüşler de bir adamı, koymuşlar çuvala. Dıştan böyle sanılmakta delikanlı sırtlar çuvalı. Gider iyi bildiği dostuna çalar kapıyı. O dost, bakar ki bir çuval hem de kanlı. Kapar hızla kapıyı delikanlının suratına almaz içeri arkadaşını. Böyle tek tek dolaşır delikanlı. Kendince tanıdığı, sevdiği dostlarını ne çâre hepsinde de sonuç aynıdır. Evlât, döner geriye ama içten içe de yıkılır. Babasına dönerek:

▬ Haklıymışsın baba, dost yokmuş şu dünyada ne sana ne de bana!”

▬ Hayır, evlât hayır!” der baba; “Benim de bir dostum var bildiğim hadi çuvalı al bir de git ona.” der. Genç adam, çuvalı sırtlar tekrar alnından ter, çuvaldan kanlar damlar şekilde. Gider baba dostuna. Çalar kapıyı kabul görür çok sevinir. O dost, delikanlıyı alır hemen içeri. Geçerler arka bahçeye bir çukur kazarlar birlikte. Çuvaldaki koyunu gömerler adam niyetine. Toprak serpiştirirler belli olmasın diye, üzerine bir de dikerler sarmısak. Genç adam gelir babasına:

▬ Baba, işte dost buymuş!” deyince babası:

▬ Evlât! Daha erken o belli olmaz. Sen, yarın git ona çıkart bir kavga, at iki tokat hiç çekinmeden ona. İşte o zaman anlaşılacak dostun hakikisi. Sonra da gel olanları anlat.” der. Genç adam, aynen yapar babasının dediğini maksadı anlamaktır dostun hakîkisini. Babasının dostuna istemeyerek de olsa aşk eder iki tokadı. Der ki tokadı yiyen dost:

▬ Git de söyle babana evlât, biz satmayız sarmısak tarlasını böyle iki tokada!”  

Hakîki dost sevilecek biri olmadığın zamanlarda bile seni sevebilendir... Sarılacak biri olmadığın zamanlarda bile sana sarılabilendir... Dayanılmaz olduğun zamanlarda bile sana dayanabilendir... Dost dediğin; bütün dünya seni üzdüğünde sana moral verendir. Güzel haberler aldığında seninle sevinen, ağladığında, seninle ağlayandır... Yâni dost matematikselir.

Sevinci çarpar...

Üzüntüyü böler...

Geçmişi çıkarır...

Yarını toplar...

Martin Luther: “Kuşlar gibi uçmasını, balıklar gibi yüzmesini öğrendik amma kardeşçe yaşamasını bir türlü öğrenemedik.” diye özetler  olayı.

İki insan arasında sıradan bir ilişkinin çok ötesinde derin bir sevgi ve saygıyı ifâde eden dostluk, insan olmanın bir gereğidir. Allah Rasûlü (s.a.v.); “Mü’min cana yakındır. (İnsanlarla) yakınlık kurmayan ve kendisiyle dostluk kurulamayan kimsede hayır yoktur.” “Kişi dostunun dini üzeredir. Bu yüzden her biriniz, kiminle dostluk ettiğine dikkat etsin.” Uyarısıyla da arkadaş seçiminde dikkatli davranılmasını tavsiye etmektedir. Kıyâmet gününde gerçeklerle yüzleştiğinde, sıkıntıdan ellerini ısıran kâfir, “Yazıklar olsun bana! Keşke falanı dost edinmeseydim! Andolsun, Kur’an bana geldikten sonra beni ondan o saptırdı.” sözleriyle pişmanlığını ortaya koyacaktır. İnsanların hayat tarzını, hayata bakışını hatta dinini belirleyebilecek olan dostluklar, zarara sürüklenmeden güven verici bir alanda yeşersin diye Rabbimiz, “Mü’minler, mü’minleri bırakıp inkâr edenleri dost edinmesinler.” emrini vermektedir.

Sevgili Nebî’nin, “Sadece mü’minle arkadaş ol! Yemeğini de ancak takvâ sahibi olan yesin!” uyarısı, bu noktada son derece etkileyicidir. Çünkü gönül birliği etmek, ahbaplığın tadına varmak ve aynı sofrayı paylaşmak, iki insanı birbirine daha da sıkı bağlayacaktır.

Dinimizde gerçek dostlukların Allah’ın varlığını ve birliğini kabul eden ve Allah korkusuyla kalbi titreyen insanlarla kurulması önerilmektedir. “Eğer Allah’a, Peygamber’e ve ona indirilene inanıyor olsalardı, onları (müşrikleri) dost edinmezlerdi. Fakat onlardan birçoğu fâsık kimselerdir.” âyeti aksi davranışı sergileyenleri fâsıklıkla suçlamaktadır. Yüce Rabbimizin, “Ey İman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin.” buyruğu, tercihi mü’minlerden yana koymakla birlikte farklı inanç sâhiplerini dışlamayı hedeflememektedir. Müslümanlara karşı tavır alanlar hem Allah’a hem de mü’minlere düşmanlık yapanlar, bu duruşlarını değiştirmedikleri sürece dostluk ve barış şansını yitirmişlerdir.

Tanımak ve tanışmak, zorlukların ve anlaşmazlıkların yaşandığı dönemlerde, iplerin gerildiği anlarda anlam kazanır. Hz. Ömer ile şâhitlik yapmak isteyen biri arasındaki konuşmada bu konuda enterasan bir örnektir.

Hz. Ömer, ilgilendiği bir davada şâhitlik yapacak kişiye;

▬ Seni tanımıyorum, gerçi seni tanımamam şâhitliğine engel değil ama yine de seni tanıyan birini getir.” der. Orada bulunanlardan biri;

▬ Ben bu kişiyi tanıyorum.” diye konuşmaya katılır. Hz. Ömer:

▬ Nasıl bilirsin?” diye sorduğunda:

▬ Âdil ve şerefli biri olarak bilirim.” diye cevap verir. Ancak bu kısa cevapla yetinmeyen Hz. Ömer sormaya devam eder:

▬ Gecesini gündüzünü, gelenini gidenini bildiğin yakın komşun mu?” Karşısındaki kişi:

▬ Hayır.” diye yanıtlar.

▬ Dinî hassasiyetini ortaya koyan ticarî bir ilişkiniz oldu mu?” diye sorduğunda adam

▬ Hayır.” diye yanıtlar.

▬ Güzel ahlâkını belirgin bir şekilde gördüğün bir yolculuğunuz oldu mu?” sorusuna tekrar:

▬ Hayır.” cevabını alınca Hz. Ömer:

▬ Sen onu tanımıyorsun.” diyerek tanımanın göz âşinâlığından farklı bir şey olduğuna dikkat çeker. Ardından da şâhitlik yapacak kişiye dönerek:

▬ Git, seni tanıyan birini getir.” der.

Sırdaş olmayı, dayanışmayı, fedakârlığı ve vefâyı içinde barındıran dostluk, kişinin kimliğini ve duruşunu da ifşâ etmektedir. Hz. Peygamber, “Mü’min, mü’minin aynasıdır.” buyururken, genelde mü’minlerin, özelde ise dostların benzeşmelerine, birbirlerinde kendilerini görmelerine dikkat çekmektedir. Öte yandan Hz. Peygamber’in, “Kişi dostunun dini üzeredir.” hadisi de dînî ve kültürel kimliğe atıfta bulunmaktadır. Mü’minlerin dostlukları Allah içindir, Allah’tan korkanlarladır. Zîrâ, “Gerçek dost, Allah’tır.”

Sâid, cennetlik kişidir. Başkasından ibret alandır.

Şâki, cehennemlik kişidir. Başkasına ibret olandır.

Şâirin dediği gibi:

Kısaca, dostu Allah olana ne gam ne keder,

Dostun Allah değilse, tüm varlığın ne eder!..

Dünyan ayrı bir dert, âhiretin ayrı bir keder,

Olmuşsun zâten perişan ve derbeder,

Ey zâlim nefis, buna da diyemezsin kader!

Çünkü Kur’an ve Peygamber yolu Hakka gider. Vesselam…

            Selâm ve duâ ile…