Sisam Krallarından zâlim Ancee, yeni yaptırdığı bir bağa üzüm kütükleri diktirir. İşlerin bir an önce bitmesini sağlamak için de köleleri hiç dinlendirmeden çalıştırmakta tereddüt etmez. Zavallı kölelerden biri bitkin düştüğü için dayanamaz ve zâlim kral’a:

▬ Niçin bu kadar acele ediyorsunuz efendim? Siz, bu bağın üzümlerinden yapılacak şarabı hiçbir zaman içemeyeceksiniz ki!” deyiverir. Kral kızsa da sesini çıkarmaz. Nihâyet gün gelip üzümler yetiştikten sonra kral, köleler de dâhil herkesin toplanmasını emreder. Bir müddet sonra da o bağın üzümlerinden yapılmış şaraptan bir bardak getirilmesini ve daha önce kehânet gösterisinde bulunan köleyi de huzura çağırtarak şarap bardağını eline alır ve:

▬ Şimdi de söyle bakayım, benim bu şaraptan hiçbir zaman içemeyeceğimi tekrar iddia edebilir misin?” der. Köle:

▬ Belli olmaz efendim, şuanda da içebileceğinizi söyleyemem. Çünkü dudak ile bardak arasındaki mesâfe çok uzundur. Bu arada başınıza neler gelebileceğini de bilemem!” der. Köle sözlerini bitirir bitirmez telaşla içeri giren kralın adamlarından biri, bir yaban domuzunun bahçeye girdiğini asmaları kırıp döktüğünü söyler. Kral, elindeki bardaktan bir damla dâhi içmeden hemen dışarı fırlar ve bahçede domuzun bulunduğu yere doğru koşar. Kral ve domuz arasında öldüresiye bir mücâdele başlar. Sonunda yaban domuzu mızrak gibi dişleriyle Sisam Kralının karnını yarıp ölümüne sebep olur. Kral bostanda, bardak masada kalır.

Hayatımız saniyelere bağlı. Ne olacağımızı, nelerle karşılaşacağımızı kestirmek ne mümkün. Kısacık ömrümüzde nice hayaller kurarız ama o hayalleri gerçekleştirmek üzere koşarken ne olacağını bilemeyiz. Yaşamımızla ilgili kararlar alırken yarın bana bir şey olur mu diye hiç düşünmüyoruz. Ölüm uzaktır bize hatta literatürümüzde bile yoktur neredeyse!

Hayaller, ödevler, beklentiler, acılar, hüzünler, hasretler, bekleyişler, çabalar, koşuşturmalar, okullar, sınavlar, günahlar, pişmanlıklar… Bunların ortak paydası, bütün eylemlerin anası ve her şeyi kucaklayan atmosfer zamandır. Ve zamanı gerçek boyutuyla tefekkür ve takdir etmek, varoluşu, gâyeyi ve hayatı idrak etmektir. Nitekim elmaslar, yakutlar, altınlar, mücevherler “zaman”la satın alınabilir ama zamanı satın alabilecek, geçen ânı geriye getirebilecek hiçbir güç, kuvvet ve değer yoktur.

Kur’ân-ı Kerim’de birçok âyet-i kerîmede zamana yemin edilmektedir. Özellikle tevhîd inancının, mü’min şuurunun, hakîkat bilincinin ve ahlâka dayalı bir tavrın inşâ edildiği Mekke döneminde nâzil olan âyetler içinde zamana yemin içeren ifâdelerin varlığı, insanı bu konuda büyük bir dikkate ve tefekküre dâvet etmektedir. Söz konusu âyetler çok çarpıcı şekilde zamanın önemine dikkat çektiği gibi, zamanın ortaya koyduğu hakîkatlere de açıkça işâret etmektedir. Ayrıca yemin ile başlayan âyetlerin hikmetlerinden biri de, Allah katında çok kıymetli, insanların hassas ve dikkatli olmaları istenen konulardan bahsediyor oluşudur. Özellikle vahyin ilk yıllarında nâzil olan ve zamana yemin eden âyetler, ilk inananların câhiliye zihniyetini terk ederek hakîkat şuurunu kazanmaları açısından içinde yaşadıkları ânın, akıllarına ve gönüllerine etki eden açık bir ibret ve tefekkür nesnesi olduğunu onlara hatırlatmaktadır.

Hikâyede anlatıldığı gibi onca çaba ve çalışma sonrası elde ettiğimiz şeylerin mutluluğunu bile yaşamamız bir bilinmezdir. Anlık öfkeye, kızgınlığa kapılıp da kaç insanın kalbini kırdık, kaç tane sevgiyi yok ettik, sırf kendi egomuzu tatmin için, hırs yenilgisine kapılıp da kaç kişiyi hırpaladık bilerek veya bilmeyerek… Oysa yaşamak, düşününce bir saniyelik bir bitimdir 6 şubatta yaşadığımız acı an gibi. Ve hiç bir hırs ve öfke hayatın önüne geçemez, geçmemeli. Yarın bir sırdır bizim için, her ânın tadını çıkartarak yaşamak gerekli, çünkü yarın çok geç olabilir.

Eşref-i mahlûk olan insan hayatı, yaşamın kendisine sunduğu, bağışladığı ve berâberinde getirdiği her şeyle birlikte sevmelidir. Onun için, masada yarım kalacak bir bardak suyunuz var. Her şeyin kıymetini bilip şükrederek, çalışarak ve mücâdele ederek yaşamak gerekmektedir.

Hz. Ali’ye adamın biri;

Çok uğraşıyorum ama hedefime bir türlü ulaşamıyorum.” der. Hz. Ali:

Bir kişi hedefine çaba göstermeden ulaşacağını sanıyorsa hayâl dünyasında yaşıyor demektir. Ve bir kişi hedefine sadece çaba harcayarak erişeceğini sanıyorsa haddini bilmiyor demektir.” der. Çabayla nasip arasında çok ince bir çizgi vardır. İnsan o çizgide yaşamalıdır. Câhit Zarifoğlu; “Takdîr-i ezele teslimiz ama gayrete de aşığız. Gel, gayrete âşık olanlardan olalım gayretimiz artsın, açamadığımız kapıların açılmasını beklemek yerine kapıyı zorlayalım, bir omuz verelim.” der.

Yâni ne çalışmadan oluyor nede sadece çalışarak. Gazzâli; “Her ne olursa olsun Allah’ın hükmünün sizin için en uygun ve en yararlı olduğu hususunda kalbinizi iknâ etmelisiniz.” der. Kalbinizi iknâ ettiğinizde de kalbinize yakın bulduklarınıza sıkıca sarılın, tıpkı hayata sarıldığınız gibi... Çünkü onlarsız bir hayat anlamsızdır.

Bu nedenle her şeyi unutarak hızlı koşmayın, nereden geldiğinizi ve nereye gittiğinizi unutmayın. Hayatın bir yarış değil, her sâniyesinin tadı çıkarılması gereken güzel bir yolculuk olduğunu asla unutmayın. Rabbimiz Furkân Sûresinin 63. âyeti kerîmesinde; “Rahman’ın has kulları onlardır ki, yeryüzünde tevâzu ile yürürler ve kendini bilmez kimseler onlara laf attığında (incitmeksizin) ‘Selâm!’ derler geçerler...” buyurmaktadır.  Dün tarih oldu... Yarın bir sır... Bugünün kıymetini bilin.

İbn-i Ömer’in şu tavsiyesini aklımızdan çıkarmayalım: “Akşama erdiğinde sabahı bekleme, sabaha vardığındaysa akşamı gözleme. Sağlıklı olduğunda hasta olacağın zaman için hazırlık yap. Hayatta iken de ölüm sonrası için hazırlık yap.”

Ne kadar koşarsan koş nasibinden öteye varamayacaksın. Çaba bana, nasip etmek sana yakışır Allah’ım. Hayallerime, ümit ettiklerime “ol de” de oluversin. Vesselâm…

            Selâm ve duâ ile…