Kurban Bayramı öncesi Sosyal Medyada gezinirken Metin Yiğit tarafından yazıldığı ve bayramdaki hâlimizi güzel şekilde ifâde eden ibretlik bir hikâyeyi sizlerle paylaşmak istedim bu haftaki yazıda. Yazar şöyle anlatıyor hâdiseyi;

Cuma günü namaza gittiğimiz caminin İmam-Hatibi dört gün sonraki Kurban Bayramının öneminden, fazîletlerinden, toplumsal bereketinden bahsederken söylediği şu cümleler üzerimdeki yorgunluk kasvetini kaldırdı ve âdeta beni ölüm uykusundan uyandırdı. Hoca Efendi kürsüdeki sözlerini:

Muhterem kardeşlerim! Kurban kesmemek için bahâne aramayın. Allah’ın rızâsını kazanabilmek için kurban kesmeye çâreler arayın!” diye tamamdı. Evet, işin en kolayıdır borcumuz var, zâten kıt kanaat geçiniyoruz, bu zamanda kıyıda köşede para saklamak mümkün mü? vs. demek.

Arsa almış taksitlerini iki yıl önce bitirmiştim. Tam rahata ereceğiz derken çocukların dershane masrafları bütçemize büyük zorluk çıkarmıştı. Akşam işten eve geldiğimde yemekten sonra eşime:

Hanım! Bugün cuma namazında Hoca Efendi; “Kurban kesmemek için bahâne aramayın Allah’ın rızâsını kazanabilmek için çâre arayın dedi. Bu sözler benim içime çok kötü oturdu. Borç harç edip bende bir kurban kesmeye karar verdim.” dediğimde eşim hafifçe gülümsedi ve:

▬ İnşallah keseriz, çok iyi olur fakat kimden nasıl para bulacağız bu zamanda kimse kimseye güvenip borç vermiyor ki!” dediğinde hanıma:

Mevlâ büyüktür. Niyet hayır olursa âkıbet de hayır olur. Göreceksin Rabbimiz bize de bir kapı açacaktır.” dedim.

Ertesi gün cumartesi mesâisine gittik. Elimdeki işi bitirip ustadan yeni bir iş istedim. Yeni iş gelene kadar boşta kalmıştım. Aklıma geldi otururken beni rahatsız eden cüzdanımı cebimden çıkarıp işe yaramaz kartvizitleri yırtıp çöpe attım. Gözüm bir anda cüzdanın ortasındaki fermuarlı kısma takıldı. Yıllardır bu fermuarlı kısmı hiç kullanma ihtiyâcı duymamıştım.

Bunu da ne diye yapmışlar sanki bir işime yarıyor!” diye sitemkâr bir şekilde fermuarı açtım parmaklarımı kapalı kısma sokarak karıştırınca elime sert bir kâğıt parçası geldi. Çıkarıp baktığımda gözlerime inanamadım. İki tane gıcır gıcır yüz dolarlık elimdeydi. Şaşkınlığım geçince hatırlamıştım yaklaşık beş sene kadar önce arabamı satıp arsa almıştım sadece iki yüz dolar para artmış o parayı da nasıl akıl ettiysem cüzdanımın fermuarlı bölümüne sıkıştırıp gizlemiştim. Sonraki zamanda bu parayı nereye koyduğumu unutmuş bir türlü hatırlayamamıştım. Ve en ihtiyacım olduğu anda elime geçmişti. Rabbimin ikrâmı olan bu yitik para onun izni ile kurban kesmeye niyet ettiğim anda imdadıma yetişmişti. Rabbimize hamdü senâlar olsun; Yüz dolara bir koç almış, yüz dolar ile borcumu ödeyip hayatımızın en huzurlu en güzel Kurban Bayramı’nı yaşamıştık...

Sözün ruhu vardır denir. Dil bir şeye niyet ederken kalp bu düşünceye katılmazsa, niyet makbul olmaz. Allah û Teâlâ bizim şeklimize, kalıbımıza değil, kalplerimize bakar, niyetlerimize göre bizlere değer verir.

Abdullah İbn Ömer, oğlu Ömer İbn Abdülazîz’e yazdığı mektupta şöyle der:

“Şunu iyi bil ki, Allah Teâlâ’nın kuluna yardımı, kulun niyeti kadardır. Kimin niyeti tam olursa, Allah’ın ona yardımı da tam olur. Niyeti ne kadar azalırsa, Allah’ın yardımı da o kadar azalır.”

Her insan kendince yaptığı her işin iyi bitmesini ister ancak bâzen bu durum olumsuz sonuçlar doğurabilir. Yapacağımız her işe yalnızca kendi açımızdan değil herkes açısından iyi niyetle bakmalıyız. Çünkü “Niyet Hayır, Akıbet Hayır.”

İbâdetler her çeşit hikmet ve faydasından önce sırf Allah rızâsı için yapılmalıdır. Bu îtibarla kurban da her türlü ferdî, sosyal faydaları yanında Allah’ın hoşnutluğu ve sırf Allah rızâsı esas gâye yapılarak yerine getirilmesi gereken bir ibâdettir.

Yüce Rabbimiz Hac suresi 37. âyet-i kerîmede; “Kurbanın etleri ve kanları değil sadece takvanız Allah katına ulaşır.” buyurmaktadır.

Kurbanda esas olan kan akıtmak veya et değildir. Asl olan takvâ yâni niyettir. Allah rızâsı için bir emri yerine getirmektir. Allah Kur’ân-ı Kerimde kurban kesmenin maksadını tek bir kelime ile açıklamıştır. “Takva” âyet-i kerimenin sonunda da, şuurlu olarak yerine getirilen kurban ibâdetinin insanı ulaştıracağı mânevi seviyeye dikkat çekmek açısından, “…Muhsinleri müjdele” denilmektedir.

Mevlânâ ne de güzel ifâde buyurmuşlardır; “Keçinin gölgesini kurban etmeye kalkışma. Kurbanın hakîkatine er, onu et bayramı zannetme. İbâdetlerin zâhirini elde etmek asıl değil, asıl olan manasını kavramaktır.”

Kurban ibâdeti, tasavvufi açıdan böyle derin bir mânâya sahiptir. Kurban, kişinin nefsi ile mücâdelesidir. Nefsinin ziyâna sürükleyen emir ve arzularına karşı koyuşudur. Kâbil’i Hak katında müflis hâle dönüştüren işte bu zapt edemediği, boğazlayamadığı nefsidir.

Bu sebeple bir kere daha vurgulamak isterim ki;

Kurban; fedakârlıktır.

Kurban; samimiyettir.

Kurban; teslimiyettir.

Kurban; İsmâil olmaktır.

Kurban; dostluktur.

Kurban; sabırdır.

Kurban; paylaşmaktır.

Unutmamalıyız ki Allah’ın mülkünde yaşayan kulun, Allah’ın emâneti olan malından, canından, velhâsıl bütün imkânlarından Allah için fedakârlıkta bulunması, Allah’a bir ikram değil, Allah’ın insana bir ikrâmıdır. Zîrâ Allah ğanîdir, muhtaç olan ise insandır. Ama bugün bizler aşağıdaki hikâyede anlatıldığı gibi hem ibâdetlerde hem de sosyal hayatta sorumsuzluğumuzun âdeta zirvesini yaşamaktayız.

Hikâyemiz; Herkes, Birisi, Herhangi Biri ve Hiç Kimse adlı dört kişi hakkındadır. Ortada yapılması gereken çok önemli bir iş vardır.

Herkes, Birisinin bu işi yapacağından emindir. Gerçi işi Herhangi Biri de yapabilir ama Hiç Kimse yapmaz. . .

Birisi, buna çok kızar. Çünkü iş Herkesin işidir. Herkes:

Herhangi Birinin, bu işi yapabileceğini düşünür ama:

Hiç Kimse, Herkesin yapamayacağının farkında değildir. Sonunda:

Herhangi Biri’nin yapabileceği bir işi, Hiç Kimse yapmadığı için, Herkes, Birisi’ni suçlar. Tıpkı bizlerin sürekli birilerini suçladığı gibi...

            Depremin gölgesinde yaşadığımız bu ikinci bayramdan sonra daha güzel bayram günlerinde buluşmak dileğiyle... Geçmiş bayramımızı tekrar tebrik ediyorum…Vesselam…

            Selâm ve duâ ile…