“Modern Hayatta Nebevî Mücâdele” adlı eserinde Mahmut Toptaş bir anekdot anlatır. Adana’da bir İmam-Hatip, görev yaptığı köyde her ezan okuduktan sonra camiye gelen, namaz dâvetine iştirak etmesi gereken cemaatin azlığını görünce ezanı okuyup bütün köy halkını ev ev dolaşmaya başlar. Köy sakinlerini tek tek dolaşırken;

▬ Ezan okundu, hadi ne bekliyorsunuz, camiye, namaza icâbet ediniz!” diye dâvetini yineler, köylüyle birlikte daha sonra namaza dururlar. Bir, iki, üç gün… Sürekli bu hâl devam edince, sabah namazı için kapısını çaldığı komşularından iri yarı, güçlü kuvvetli bir adam kapıya çıkar ve Hoca Efendiye bağırarak:

▬ Yeter be kardeşim! Nedir senden çektiğim, bir daha kapımı çalıp beni rahatsız edersen, mutfaktan bıçağı aldığım gibi seni doğrarım bak!” diye de tehdit eder, kendince tepkisini dile getirir. Hoca Efendi gâyet sakin bir edâ ile:

▬ Çok fazla konuşuyorsun efendi. Fazla konuşma! Şimdi köyün üst başına gidiyorum, dönüşte yine sana uğrayacağım. Çabuk abdestini al ve namaz için hazırlan!” der istifini hiç bozmadan köyün diğer hânelerini dolaşır. Cemaate, camiye ve namaza çağrılarını tamamladıktan sonra geri döner biraz evvelki adamın kapısında durunca bir de ne görsün? Az evvel kapısını çaldığında kendisini tehdit eden adam abdestini alır, üstünü giyer, camiye gitmeye hazır vaziyette kapıda Hoca Efendiyi beklemektedir!

            Azimle, sabır ve sebât ile ihlâs ve samîmiyet üzere yapılan her bir hareketin, davranışın karşılığını Mevlâ Teâlâ muhakkak bereketlendirir, ödüllendirir. Bizim hitap ettiğimiz toplum, ne kadar günahkâr olsak dâhi, ne kadar eksiğimiz, kusurumuz, hatalarımız olsa dâhi, Allah denilince, Rasûl denilince, Kur’an ve sünnetten bahsedilince, karşımızda duran ve içinde küllenmiş gizli bir vaziyette duran îman ateşi, muhâtabının eline ayağına, gözüne kulağına, rûhuna, rahatına, kalbine ve kalıbına sirâyet ediyor. Sahâbe-i Kirâm’dan Mus’ab b. Umeyr’i Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Akabe biatından sonra, bir muallim, bir dâvetçi, bir tebliğci olarak Medine-i Münevvere’ye gönderince -ki, Kur’ân’ın belki de üçte bir bölümü henüz nâzil olmuştu- Mus’ab’ın elinde bütün detaylarıyla anlatabileceği derli toplu bir kitap yoktu. Bugünkü gibi teknik âletler, kasetler, CD-DVD’ler, flash bellekler, görsel ve yazılı belgeler, sunum sinevizyon materyalleri de yoktu. Ama Mus’ab, gönlüyle, gönlünden taşan heyecan ve îmanıyla, azmi ve gayretiyle öyle çalıştı ki, bir sene sonra Medine’de İslâm’ın konuşulmadığı, gündeme taşınmadığı ev kalmadığını siyer kitaplarımız bize öğretir. Azim ve gayretlerle çalışmak, çalışmalarımızı nefsimizin uydurduğu bahânelerle engellememek, vazife yapmaktan kaçınmamak, vazife yaptıktan sonra da, Rabbimizin rızâsını yerine getirmiş olmanın engin huzûru içerisinde semeresini sadece O’ndan bekleyerek “Elhamdulillâh” diyebilmek gerekir. Zîrâ Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz Mekke’de dâvet ve tebliğ hareketini yürütürken bir çadırdan çıkıp ötekine giriyor ve insanlara; “Kûlû! Lâ ilâhe illallâh… Tüflihû! = Ey insanlar! Lâ ilâhe illallâh deyin kurtulun!” diye uyarıyor, çıkınca da dâvetini, tebliğini yerine getirmenin rahatlığı ile Rabbine hamd ediyor, nübüvvetinin hadsiz ücretlerine hak kazanıyordu. İnsanlık âilesi ancak; dâvetin hakkı tebliğ bâtıldan sakındırma gayretlerinin devamı, bu sorumluluğun bilinçli bir şekilde ve Rabbin rızâsı doğrultusunda yürütülmesi ve bu yürütmenin kıyâmete kadar devamı sâyesinde huzur ve felâha kavuşabilecektir. Rabbimiz bütün sorumluluk sâhibi kullarını, güçleri nispetinde bu vazifeyi icrâya muvaffak kılsın. (Bizi Kim Beğenecek)

            Azimle davranmak ve sebat göstermek, yüksek bir karakter gerektirir. Mü’min insan bu karaktere sâhip olmalıdır. İnsan hayatta pek çok sıkıntılarla karşılaşabileceği gibi çok rahat ve refah dönemleri de yaşayabilir. Nitekim Kur’an’da Allah’ın çeşitli vesilelerle kullarını deneyeceği ifâde edilmektedir. Bu tür imtihanlara sabredenler müjdelenirken Allah’tan bir nimet geldiğinde şımararak Allah’tan yüz çevirmek de ölçüyü kaçırmak olarak nitelendirilmiş ve bu şekilde istikrarsız davrananlar eleştirilmiştir. Hz. Peygamber de mü’minden beklenen bu karakteri şöyle örneklendirir: “Mü’min tâze bir ekin gibidir. Olgunlaşıncaya kadar rüzgâr onu eğip büker; bâzen yere yatırır, bâzen de doğrultur (ama o kırılmaz)...” Allah Resûlü, “Münâfık iki sürü arasında dolaşan şaşkın bir koyun gibidir. Bir o sürüye karışır bir bu sürüye karışır, hangi sürünün peşinden gideceğini bilmez.” diyerek de sebatsızlığı ve tereddüdü münâfığın özelliği olarak anlatmaktadır.

            Azim ve sebat, îman ve ibâdetlerde olduğu kadar insanlarla ilişkilerde de Müslüman’ın en temel tutumlarından biri olmalıdır. Çünkü mü’min, îmanı ve ameliyle uyumlu bir hayat yaşadığı takdirde Allah’ın (cc) rızâsına nâil olacaktır. Gerektiğinde îmânı için canını ortaya koyabilen, ibâdetlerini bir ölçü içerisinde şuurla yerine getiren Müslüman’ın insanlarla ilişkilerinde de aynı derecede ölçülü ve tutarlı olması beklenir. Menfaat elde etmek amacıyla insanlarla ilişkilerinde çelişkili ve tutarsız davranışlar sergilemesi olgun bir Müslüman’a asla yakışmaz. Böyle bir tavır ancak münâfık tavrıdır.

            Yüce Allah (cc), Elçisi’ni (s.a.v.) sıkıntılara karşı sabırlı olmaya çağırarak teskin etmiş, zorluklar karşısında dirençli olması için kendinden önceki ulü’l-azm (azim ve sebat sahibi) peygamberler gibi sabretmesini tavsiye etmiştir. Zîrâ sabır, istikrârı koruyabilmenin en temel yoludur. Sabır, kişinin musîbetler karşısında sızlanmayıp güçlü olması, tahammül etmesi, kendisini tutması, sâkin olmasıdır. Müslüman inancı ve yaşantısında istikrârı elden bırakmamalı ve bunun için de Hz. Peygamber’in (s.a.v.) sık sık yaptığı gibi, “Ey kalpleri (hâlden hâle) değiştiren Allah’ım! Kalbimi dinin üzere sâbit kıl.” diye duâ etmelidir.

            Beşer azim, sebat ve sabır için Allah’tan (cc) yardım dilemelidir: “Ey Rabbimiz! Bize zorluklara tahammül gücü (sabır) ver, adımlarımızı sağlam kıl ve hakikati inkâr eden bu topluma karşı bize yardım et!” (Hadislerleislam)

            Âh; azim irâde, güven duygusu; îmanın ulvî çocukları!..

            Sizin bulunmadığınız yerde ne bulunabilir ki?...” diye ne güzel özetler anlayana anlamak isteyene merhûm Necip Fâzıl... Vesselam...

            HÂSIL-I KELÂM! “Herkes Kendi Tercihiyle, Kendi Hayatını Yaşar. . .”

            Selâm ve duâ ile…