▬ Senin Allah’ın âdil mi...?” diye sorar kadın, Hz. Dâvud’a:

Ne diyorsun sen be kadın, o asla zulmetmez. Ne oldu ki böyle söylüyorsun?” der kadına Hz. Dâvud: Kadın:

Üç tâne küçük kızı olan ve kocası ölmüş bir kadınım. Üç gün önce bir tâne ceylan yavrusu vardı elimizde onu büyük bir deriye sararak satıp pazardan evlâtlarıma yiyecek alacaktım ki yolda büyük bir kuş gelip onu aldı ve gitti. Şimdi ben ne yapacağım. Çocuklarım aç bir şekilde evde feryâd-ı fîgan ediyorlar. Hem ceylan hem de altında korunacağımız o büyük deri elimden gitti.” diye dert yanar Hz. Dâvud’a. Onlar konuşurken evin kapısı çalınır ve içeriye on kişi girerek bin dinar verirler ve:

Ey Dâvud! Al bunları hak eden birisine ver.” derler. Hz. Dâvud:

Hayrola beyler! Nereden îcab etti bu?” diye sorunca, adamlar:

Biz ticâret erbâbıyız. Denizde bir kayıkla yolculuk yapıyorduk ki ansızın fırtınaya tutulduk ve kayığımız hasar gördü. Günlerce aç ve çâresiz dolaşırken: Eğer Allah bizi kurtarırsa adam başı 100 dinar bir fakire yardım edelim!” diye söz verdik. Bu sırada bir kuş tepeden denize bir şey bıraktı ve gitti. Baktık ki bir deri parçası ve içinde de ceylan. Kayığın hasarlı kısmını deri ile tâmir ederek kapattık, ceylanı da yiyerek ölmekten kurtulduk.” dediklerinde Hz. Dâvud, bin dinarı alır kadına verir ve der ki:

Rabbin senin için hem karada hem de denizde ticâret yapıyor ve sen ona zâlim mi diyorsun be kadın? Al bu paraları kendin ve çocuklarının ihtiyâcı için harca.” diyerek müthiş bir ders verir kadına ve en küçük sıkıntıda Allah’ın adâletini hemen sorgulamaya kalkan akıl yoksunu âcizlere.

Uçak yolculuğu yaparken başınıza gelebilir. Hava şartlarına göre uçak zaman zaman türbülansa girer. Şiddetli sarsıntılar yaşanır. Havadaki olumsuz şartlar nedeniyle olabilen bu hava burgaçları, alışkın değilseniz, yükseklik fobiniz de varsa, ayaklarınızın yerden kesilmesinden hiç ama hiç hoşlanmıyorsanız sizde ciddi korkulara ve istenmeyen hallere sebebiyet verebilir. Yıllar önce... Belki yirmi yılı geçti, bir gazetecinin hatıralarından notlar almıştım, hâlâ saklıyorum: Üst düzey bir heyet, uzak bir ülkeden gelirken, uçakta ikram servisi yapıldığı bir esnâda -ki maalesef bu ikrâmlar arasında alkollü içecekler de bulunuyor- heyette olan yolculardan pek çoğu alkollü içecekleri tercih ederler. Ellerinde içki bardaklarıyla Allâh’ın yasak kılmış olduğu içeceklerini yudumlarken uçak çok ciddi bir türbülansa girer. Şiddetli sarsıntılarla irtifâ kaybetmeye başlar. Heyetten pek çoğu, ellerindeki viski, şarap kadehleriyle “Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve Eşhedü enne Muhammeden abduhû ve Rasûlüh” diye şehâdet getirir; biri yanındakine, “ben elham’ı okuyorum, sen kulhü’yü oku, âyet-el kürsi’yi oku” der; bir başkası yanındakine “Sen bana göre Allâh’a daha yakınsın, O’na duâ et de bizi kurtarsın” dediği duyulur. Velhâsıl dudaklar kıpır kıpır bütün yolcular samîmiyetle duâ etmektedir... Elbette ki, böyle bir imtihânla karşı karşıya kalınca yüce Yaratan’a sığınmaktan başka yapılabilecek bir şey de yoktur doğrusu. Yûnus Sûresi’nin 12. ve 22-23. âyet-i kerimelerinde Cenâb-ı Zülcelâl; “İnsana bir zarar geldiği zaman, yan yatarak, oturarak veya ayakta durarak (o zararın giderilmesi için) bize duâ eder; fakat biz ondan sıkıntısını kaldırınca, sanki kendisine dokunan bir sıkıntıdan ötürü bize duâ etmemiş gibi geçip gider. İşte böylece haddi aşanlara yapmakta oldukları şeyler güzel gösterildi.” “Sizi karada ve denizde gezdiren O’dur. Hatta siz gemilerde bulunduğunuz, o gemiler de içindekileri tatlı bir rüzgârla alıp götürdükleri ve (yolcular) bu yüzden neşelendikleri zaman, o gemiye şiddetli bir fırtına gelip çatar, her yerden onlara dalgalar hücum eder ve onlar çepeçevre kuşatıldıklarını anlarlar da dini yalnız Allâh’a hâlis kılarak: “Andolsun eğer bizi bundan kurtarırsan mutlaka şükredenlerden olacağız” diye Allâh’a yalvarırlar.” “Fakat Allah onları kurtarınca bir de bakarsın ki onlar, yine haksız yere taşkınlık ediyorlar.” buyurarak insanın zor zamanlarda Rabbine sığınıp rahata kavuşunca O’nu unuttuğunu anlatır. Mesele, sıkıntılı zamanlarda Rabbine kusursuz bir ihlasla sığınan insanın, şeytânın vesvesesinin ve nefsinin azgınlıklarının önüne geçerek, aynı sığınmayı ve teslimiyeti geniş zamanlarında da göstermesi ve O’na her zaman ihtiyâcı olduğunun bilincinde olarak yaşamasıdır. Zor zamanlarda Rabbimize iltica ve yönelişimizin artması normal ve anlaşılabilir olmakla birlikte; darlık anında O’na olan ihtiyâcımızı dile getirdiğimiz gibi varlıkta da bu ihtiyâcı dile getirmeli, hamd ve senâ ile kulluğumuzu taçlandırmaya çalışmalıyız. (Bizi Kim Beğenecek)

            Unutmayın...!

            Allâh-û Teâlâ kuluna sıkıntı verirse daha sonra büyük bir hayır verir. Kalbinizi ferah tutun. Eğer Hz. Yusuf, imtihana tutulmasaydı babasının yanı başında kalacaktı. Sınavdan başarılı çıkınca Mısır’ın azizi oldu.

            Aklınızda olsun.

            Sabırdan sonra bizi bekleyen bir güzellik vardır.

            Öyle ki bütün dert ve sıkıntılarımızı unutturacaktır.

            Zorluklara daldıksa, daralıp kaldıksa, sabretmeliyiz...

            Çünkü sabır: Genişliğin anahtarıdır... Biz Allah’a güvendiğimiz zaman,

            Hiç beklemediğimiz yerden, beklemediğimiz anda çiçek açar umutlarımız.

            İnşirah suresinin 5-6. âyeti kerimelerinde Rabbimiz: “Her zorlukla berâber bir kolaylık vardır. Evet, doğrusu her güçlüğün yanında bir kolaylık var.” Gönül sultanı Mevlânâ’da:

            “Kula belâ gelmez, Hak yazmadıkça,

            Hak belâ yazmaz, kul azmadıkça...” der. Biz yeter ki Allah diyelim... Vesselam...

            HÂSIL-I KELÂM! “Yol Elif İse, Yön Bellidir... Herkes Kendi Tercihiyle, Kendi Hayatını Yaşar...” 

            Selâm ve duâ ile…