İmâm Şafiî bir hatırasında: İlm-i firâset sezgi ve anlayış bilgisi﴿ ile ilgili kitaplar aramak için Yemen’e gider. Günümüz tâbiriyle; (Fizyognomi, kişinin dışsal görüntüsünden özellikle yüz yapısı ve cilt dokusunun değerlendirmesiyle kişinin karakteri hakkında bilgiler verebileceği fikrine dayalı bir teoridir. Yüz okuma sanatı olarak da bilinir. ) Konuyla ilgili kitapları derleyip toparlar. Dönerken konaklamak için yolda evinin avlusunda duran bir adama rastlar. Adam gök gözlü ve çıkık alınlı biridir. Bu sûret ise firâset ve kıyâfet ilmine göre olumsuz sîretin ahlâk noksanlığının﴿ habercisidir. Ancak adam İmâm Şafiî’yi evine misâfir eder. Pek de cömert biridir! Kendisine akşam yemeği ve güzel koku, hayvanına yiyecek alaf, ayrıca yatak ve yorgan gönderir. Bunları görünce kendi kendine: “İlm-î firâset, bu adamın oldukça düşük bir şahsiyete sahip olduğunu gösteriyor. Ben ise ondan hayır ve iyilikten başka bir şey görmüyorum. Demek ki bu ilim boş ve gerçek dışıymış!” der. Sabah yanındaki hizmetçi çocuğa hayvanı eyerlemesini söyler. Hayvana binip hareket edeceği sırada adama:

▬ Mekke’ye geldiğin zaman, Muhammed b. İdris’in Şâfiî﴿ evini soruver.” der. Adam:

▬ Peki Efendi, dün gece sana yaptığım hizmetlerin karşılığı ne olacak?” der. İmâm Şafiî:

▬ Nasıl yâni! Nedir onlar?” dediğinde adam:

▬ Sana iki dirheme yemek aldım; ayrıca aynı fiyatlarla katık, güzel koku, hayvanına yem, sana yatak ve yorgan alıverdim. Daha ne olsun Efendi?” deyince İmâm Şafiî çocuğa:

▬ Oğlum, ona istediklerini ver! Muhterem başka bir şey kaldı mı?” der. Adam:

▬ Ev kirası nerede? Ben evimi sana genişletip kendime daralttım!” der. Bu durumu görünce İmâm Şafiî Allah’a hamdü senâ eder sîret ilmine dâir kanaati daha da güçlenir ve:

 ▬ Firâset ilmi gerçekmiş. Bu kadar emek boşa gitmedi!” diyerek hamdini tekrarlar. Ancak İslâm dîni ona uyan insanın tabiatını terbiye eder tövbe de kötü âdet ve huylarını değiştirip ıslah eder﴿.

            Güzel ahlakın en özlü tariflerinden birisidir. Kötü huylardan arınmak, iyi huylarla bezenmek. Aslında bu tarif başlı başına “iki adımda ahlâk” olarak ifâde edilebilecek bir ahlâk felsefesi özetidir. Ahlâki olgunlaşma süreci insanın önce kötü davranış ve alışkanlıkları bırakmasını, ardından hayatın her alanına dâir değerleri edinip benimsemesini öngörür. Bu sıralama, birey için olduğu gibi toplum için de aşağı yukarı böyledir.

            Peygamber Efendimizin (s.a.s.) sîretinde gözlemlenen durum da aslında pek farklı değildir. Kötülüğün âdeta standart olduğu ve ahlaksızlığın ahlak, kanunsuzluğun da kanun hâline geldiği bir ortamda çirkinliklerden uzak durmakla ve güzel ahlâkı aramakla başlamıştı her şey. Erdemi aramak için toplumdan kopan, toplumun oldukça uzağında kutsalla buluşan, elinde bir fazilet meşâlesiyle topluma dönen ve toplumu bir bütün olarak ahlâkın aydınlığına çağıran bir insanın hikâyesiydi sîret.

            Ahlâk, fıtratla özdeştir. Var oluşundan itibâren insanın anlam arayışını karşılayan, eksildiğinde ikmâli için mânevi unsurların (melek, kitap, peygamber) seferber edildiği temel bir yaşam desteğidir. Bi’setin hemen öncesinde oluşan tabloya bu açıdan bakıldığında, inanç temelleri ortadan kaldırılmış bir toplumda yaşamaktan bunalan insanın, kendisini şehrin dışına taşıyan anlam arayışında ulaştığı veya mazhar olduğu ilâhi öğreti, tam da ahlâka tekâbül edecektir. Bunun içindir ki yüklendiği misyonu tek cümleyle özetleyen Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurur: “Ben, ahlâkî güzellikleri tamamlamak üzere gönderildim.”

            Güzelliklerin tamamlanması, çirkinliklerin elenmesiyle başlayan bir süreçtir. Alak ve Müddessir sûrelerinin ilk âyetlerinden itibâren vahiy insanı adım adım yönlendirecek, cehâlet ve tanrıtanımazlıktan kirli elbiselerle dolaşmaya ve pis işlerle uğraşmaya kadar bir dizi maddi/mânevi kirden toplumu sistematik biçimde arındıracaktır.

            Rabbimiz A’râf Sûresinin 11. âyeti kerimesinde; “Andolsun sizi yarattık; sonra size şekil verdik; sonra da meleklere, “Âdem’e secde edin” diye emrettik. İblîs’in dışındakiler secde ettiler. O secde edenler arasında yer almadı.” buyurmaktadır. Sözlükte halk, “yaratma, yokluktan varlık alanına çıkarma”, tasvîr ise “bir şeye sûret ve şekil verme” demektir. Halk kelimesinin şekilsiz yaratmayı, tasvir kelimesinin ise bir tür kaosu kozmos hâline getirmeyi ifâde ettiği …hem de genel olarak insan türünün ilk yaratılıştan itibaren yaşadığı fizyolojik ve zihinsel gelişim sürecine işâret edildiği düşünülebilir.

Yüce Allah, Âdem (a.s) ve onun temsil ettiği insan türünün şan ve şerefini göstermek üzere meleklere Âdem’e secde etmelerini buyurmuştur. Bu ifâdeler, öncelikle münkir ve müşriklere yönelik bir uyarı mâhiyetinde olduğuna göre, Allah’ın böylesine seçkin kılıp ikramda bulunduğu insanlardan bir kısmının O’nu tanımamaları, O’na ortak koşmaları ve buyruğuna karşı gelmelerinin ne büyük bir nankörlük olduğu hatırlatılmaktadır. …Âyette, secde eden meleklerden İblîs’in istisnâ edilmesinden, onun daha önce melekler arasında yer aldığı sonucunu çıkaranlar olmuşsa da Kehf sûresinde onun vaktiyle cinlerden olduğu, Tahrîm sûresinde ise meleklerin Allah’ın buyruklarına isyan etmeyecekleri bildirilmektedir. Buna göre, meleklerden farklı olarak İblîs’te arzu ve hevâsına uymayan buyruklara isyan etme yeteneği bulunmaktaydı. Kendisinden ilk defâ o vakit arzusu hilâfına bir görevi yerine getirmesi istenmiş; o da bu buyruğa isyan etmiştir.

Cengiz Numanoğlu: “Bakma her bedenin, sen sûretine;

İnsan mı?.. Şeytan mı?.. Bak sîretine… der merhum bir beytinde.

            Şeyh Edebâli’nin; “Sûretin sîretine şâhittir; başka şâhit aramak zâiddir.” der ve konumuzu aydınlatma açısından ne kadar ibret verici bir cümle kullanır. Yozgatlı Fennî de:

“Dâim nazar-ı dikkatini sîrete atf et,

Sûrette, kıyâfette, kerâmet bulamazsın…”  der anlayana.            

“Sûrette nem var benim sîrettedir madenim,

Kopsa kıyâmet bugün gelmez perişân bana.” der konuyla ilgili Niyâzi Mısrî. Vesselam...

            Selâm ve duâ ile…