Adam koca bir danayı kurban keser ve büyük bir ateş yakarak kızına:

Kızım, sevdiklerimizi ve komşularımızı çağır. Gelsinler de hep birlikte oturup yemek yiyelim.” diye seslenir. Genç kız evin arka bahçesinde gereksiz atık ne varsa toplayıp kocaman bir küme oluşturur. Bir çıra ile kümeyi tutuşturur evden çıkar ve mahallenin orta yerine gelince feryâdı basar:

Ey ahâli yetişin evimizde yangın çıktı. Evimiz yanıyor. Yetişin ahâli evimizdeki bu yangını söndürmemize yardım edin!” diye bağırır. Bir kaç dakika içinde bunu duyan bir grup insan yangını söndürmek için yardım etmeye koşar ve eve gelirler. Diğer komşular akrabalar bu feryadı duymamış gibi davranırlar ve feryâda kulak tıkarlar. Yardıma gelenler kısa sürede yangına müdâhale edip söndürürler... Kimse ne kıza nede babasına bir şey soramaz. Adamın ve kızının nâzik dâvetine uyup kurban kesen âilenin sofrasına dizilip kurban etinden yiyip üstüne bir de ikram edilen ayrandan doyasıya içer ve karınlarını doyururlar giderlerken de ellerine birer parça et verilir.

Baba şaşkındır. Bilge kızına hiçbir şey sormadan olup biteni izlemekle yetinir. Herkes çıkıp gittikten sonra kızına döner ve der ki:

Kızım! Gelen insanları tanımam, etmem daha önce de hiç görmedim. Yavrum! yangın var dedin bağırdın pekî, sevdiklerimiz, arkadaşlarımız, dostlarımız, akrabalarımız, komşularımız, dost zannetttiklerimiz ve meslektaşlarımız nerede?” dediğinde kızı, gözleri dolu dolu:

Baba, evimizdeki yangını söndürmeye yardım etmeye gelmeyenler bizi yangına terk edenlerdir. Bizim dostumuz, arkadaşımız, âile akrabamız değiller demek ki? Komşu olup dost, akraba olmayı, dostluk yapmayı, cömertliği ve misafirperverliği hak edenler bunlar demek ki!” der anlayanlara/anlamak isteyen ince gönüllülere.

Netice: Bir felâket anında kim yanınızda değilse, ona dost, kardeş, akraba, âile demek insanın içinden gelmiyor âdeta değil mi? Çünkü bu tipler, sizin yüzünüze gülen, nezâketinizi, cömertliğinizi hak etmeyenlerdir.

            Buhârî’nin Müslümanlar arasındaki yardımlaşmaya (teâvün) ayırdığı babda yer alan hadislerde Resûlullah (s.a.v.); “Müminler aralarındaki ilişkiler bakımından taşları birbirine kenetlenmiş binaya benzer” buyurur ve ardından bunu iki elinin parmaklarını birbirine kenetleyerek gösterir. “Kardeşinin ihtiyacını gideren kimsenin ihtiyacını da Allah giderir.”; “Bir kimse kardeşine yardım ettiği müddetçe Allah da ona yardımını sürdürüri” yardımlaşmanın hem dinî değerine hem toplumsal yararına işâret etmektedir.

Ahlâk ve fıkıh kitaplarında yardımlaşmayla ilgili çeşitli ilkelerden söz edilir. Öncelikle herkes kendi ihtiyacını yine kendi imkânlarıyla karşılamaya çalışmalı, başkasının eline bakmamalıdır; çünkü birinden yardım almak bir tür esirliktir; özgür kalmak isteyen kişi hiç kimseden yardım beklemez; asıl zenginlik ve onur bundadır. Yardım eden kimse de karşılık beklememeli, yardım alan ise imkân ölçüsünde bunun karşılığını vererek iyilik sahibine teşekkür etmelidir. Ebû Hâtim el-Büstî’ye göre akıllı kişi özellikle düşmanına, aptal, günahkâr ve yalancılara, kendisinden bir beklentisi bulunanlara ihtiyacından söz etmez. İbn Hazm iyilik yapana teşekkür etmenin farz olduğunu belirtir, yapılan iyiliğe aynıyla veya daha fazlasıyla karşılık vermeyi öğütler. Bununla birlikte iyilik edenin kötü işlerine yardımcı olmak bir teşekkür sayılmaz. Yanlış ve haksız işlerde yardımlaşanlar gerçekte birbirlerine kötülük etmiş sayılırlar.

Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz âhir ömründe hastalanınca, vefâtından önce on üç gün kadar süreyle hasta yatağında istirâhat buyururlar. Öyle ıstırâp çektiği anlar olur, ateşi yükselir… Efendimizin işte bu hâlinde söylediği son vasiyyetine de kulak vermemiz gerekir: “Aman ha! Ümmetim, namaza dikat edin!” Bir diğer tavsiyeleri ise; “Komşusu şerrinden emin olmayan kimse cennete giremez.” “Komşuna iyilik yap ki mü’min olasın.” “Allah’a ve âhiret gününe îman eden, komşusunu rahatsız etmesin!” Kâmil bir mü’min olmanın yolunun, komşularımızla ilişkilerimizi düzgün tutmaktan geçtiğini belirtir. “Elinizin altında barındırdıklarınız, işçileriniz, köleleriniz, (kölelik müessesesi henüz kaldırılmamışken) ya da Allâh’ın birer emâneti olarak mâiyetinize aldığınız eşleriniz konusunda Allâh’tan korkun!” “Sizin en hayırlınız, eşlerine karşı en hayırlı davrananlarınızdır.” Bir başka beyânında da, “…ahlâkı en güzel olanlarınızdır!” buyuran Efendimizin tavsiyeleri doğrultusunda onlara karşı hassas olun, dikkatli davranın, haksızlık etmeyin, eziyet etmeyin, zulmetmeyin…

Diğer düstûrlarla birlikte elbette işte bu iki husus, bizler için vazgeçilmez prensipler olmalıdır. Namazsız hayat yoktur. Mü’min için ölmek, namazsız kalmaktan daha evlâdır tâbir yerindeyse… Sadece sabah namazı için bile; “sabahın iki rek’ati, dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır” buyurur Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz. Şimdi bizler bunca uyarı, dikkat çekme, tavsiye (vasiyet) gibi açıklamalardan sonra, elbette Rabbimiz nezdinde kulluk borcumuzun en vazgeçilmezi olan namazımızı bîhakkın edâ etmeye, onu ikâme etmeye, namazla kıyâma, rükûya ve secdelerde Rabbimizin rızâsını kazanmaya çalışacağız. İnsan olduğumuzu, insanların bizim üzerimizde ve bizim de insanlar üzerinde yerine getirmemiz gereken haklarımız, mükellefiyetlerimiz olduğunu unutmayacağız. Eşlerimizle, çocuklarımızla, arkadaşlarımızla, çalıştırdıklarımızla, komşularımızla olan münâsebetlerimizi İlâhî ve Nebevî düstûrlar doğrultusunda tanzîm etmemiz gerektiğini aklımızdan çıkarmayacağız. Bütün güzel sözlerin kaynağı Rabbimiz… Son sözümüzün sâhibi de O olsun: “Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin. Şüphesiz o (sabır ve namaz), Allah’a saygıdan kalbi ürperenler dışında herkese zor ve ağır gelen bir görevdir.” (2/45) “Sana vahyedilen Kitâb’ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı anmak elbette (ibâdetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir.” (29/45) (Bizi Kim Beğenecek). Yunus Emre ne güzel ser levha hâline getirir meseleyi:

“Konşıyıla gönülleri ısmarladı Hak Resûl’e,

Mi’râc gicesi dostıla bu keleci oldı dakı…”

(Cenâb-ı Hakk Mi’râc gecesinde Elçisine komşuya iyilik etmeyi ve gönül kırmamayı ısmarladı, bu mesajı insanlara iletmesini buyurdu.) Vesselam...

HÂSIL-I KELÂM! “Herkes Kendi Tercihiyle, Kendi Hayatını Yaşar. . .”

            Selâm ve duâ ile…