Anadolu’da şehir şehir dolaşıp konferanslar veren bir araştırmacı/yazar:

Konferans vesilesiyle gittiğim, ziyâret ettiğim şehirlerde ilk yaptığım işlerden bir tânesi, bu şehirde hâli hatırı sorulacak, ziyâret edilip duâ ve tavsiyelerini alabileceğim bir büyük var mıdır? Duâsını alalım ve daha sonra işimize bakalım.” diye düşündüğünü anlatır. Bu alışkanlığını da âdet hâline getirir. Yine bir şehre gider ve karşılayanlara aynı minvâl üzere sorular sorar. Büyük biz zâtın olduğundan bahsederler ve vakit geçirmeden tarif edilen adrese giderek içeriye girerler. Güler yüzlü pîr-i fâni bir zât karşılar kendilerini. İçeri girer ancak ilk olarak evde eşyanın azlığı, evde sanki taşınıyorlar gibi bir görüntünün olması dikkatini çeker. Acaba der kendi kendine, bir yolculuk mu var? Merakla muhâtabına:

Efendim, yoksa uygunsuz bir zamanda mı geldik, taşınıyor muydunuz?” diye sorar. Muhatabı:

Hayır evlâdım, bunu nereden çıkardın?” der. Yazar:

Yâni efendim, etrafta görünürde hiç eşyâ filan yok gibi, şaşırdım o yüzden sordum bağışlayın!” der. Pîr-i fâni ihtiyar:

E, evlâdım! Senin de yanında eşya filan yok?” der. Yazar:

Ama efendim ben yolcuyum, bir günlüğüne geldim döneceğim!” der. Mütebessim ve mânâlı bir edâ ile bakar yazara ve:

Ben de yolcuyum evlâdım, belki bir gün belki daha da az kalıp kalamayacağımı bilemiyorum!” der ve unutmayacağı bir ders verir muhâtabına. Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimizin; “Dünyada gurbetteymişsin gibi ol. Ya da yoldan geçen bir yolcu gibi ol!” Buyurur ya… Hani yolculuğa çıkan bir insan yorulup mola vermek için durup dinlendiği yerde, o konakladığı mevkinin nimetlerinden ne kadar istifâde ediyorsa o kadar istifâde edip, yolun kalan kısmına güç biriktirmek gerekir. Bizler uzun bir yolun yolcularıyız. Sonsuz olduğuna inandığımız, ebedî, bitmez tükenmez, hiç ölmeyeceğimiz bir yolculuğa çıkmışız. Bu uzun yolculuğumuz süresince dünyada kaldığımız müddet çok ama çok kısa bir zamandır. Kur’ân-ı Kerîm’in ifâdesiyle; “Kıyâmet gününü gördüklerinde (dünyada) sadece bir akşam vakti ya da kuşluk zamanı kadar kaldıklarını sanırlar.” (79/46) “Yeryüzünde ne kadar kaldınız?” diye sorunca, îman etmeden gidenlere; “Bir gün ya da ondan biraz daha az bir zaman kaldık.” (23/113) derler diye anlatır Kur’ân-ı Kerim. Bizler de yolcuyuz. İçerisinde bulunduğumuz hâl ve şart ne olursa olsun, yolun kalan kısmı için mutlaka hazırlık yapmamız gerekmektedir. Yarın yevm-i kıyâmette bizi huzurlu ve mutlu kılacak ne varsa, onu azık olarak yanımıza almamızın gayreti içinde olmalıyız. (Bizi Kim Beğenecek)

            Hayat, Rabbe giden bir yol; insan bir yolcu; ömür de süresi bilinmeyen bir yolculuktur. Birçok âyet ve hadiste İslâm’ın, “sebîl” ve “sırât-ı müstakîm” şeklinde “dosdoğru yol” olarak anılması bunu gösterir. Mü’min, ebedî hayata doğru yaptığı bu yolculuğunda, yoldaki işâretlere dikkat ederek vuslata erişmeye çalışır. Şüphesiz dünya fânî, yolculuğu geçicidir. Bu nedenledir ki Peygamber Efendimiz, Abdullah b. Ömer’in şahsında ümmetine hitâben, “Bu dünyada gurbetteki biri veya yolcu gibi ol!” buyurur.

            Peygamber Efendimiz Hayber Savaşı’ndan dönerken uzaktan Medine görününce; “Tevbe ederek, kulluk ederek, Rabbimize hamd ederek dönüyoruz.” duâsını okumaya başlar ve şehre girinceye kadar bu duâya devam eder.

            Yolculukta olmadık sıkıntılar, sürprizler, kazalar yaşanabilir. Allah Resûlü’nün yolculuğun sonunda okuduğu bu duâ, Tevbe Sûresi 112. âyetiyle tam bir benzerlik arz etmektedir: “Allah’a tevbe eden, kullukta bulunan, O’nu öven, O’nun uğrunda seyahat eden (ve’s-sâihûn), rükû ve secde eden, uygun olanı buyurup fenalığı yasak eden ve Allah’ın yasalarını koruyan mü’minleri de müjdele!” Bu âyette geçen “ve’s-sâihûn” ifâdesi, lafzen seyahat edenler anlamına gelmekte ve tevbe, kulluk, hamd, rükû ve secde gibi en önemli ibâdetler içerisinde zikredilmektedir. Seyahat edenlerin aç susuz yolculuk yapmalarından hareketle bununla oruç tutanların kastedildiği şeklindeki yorumları dikkate alan birçok meâlde bu ifâde “oruç tutanlar” şeklinde tercüme edilmiştir. Oysa bilinçli, hikmetli, basîretli seyahatlerin hem gezene hem de gezilen bölgelerdeki insanlara sağlayacağı maddî mânevî yararlar düşünüldüğünde, âyette seyahat edenlerin neden övüldüğü daha kolay anlaşılır.

Şu hâlde kendisinin bu dünyada bir yolcu olduğunu kabul eden mü’min, gideceği yere hangi azıkla ve hazırlıkla ulaşabileceğini, oraya neler götüreceğini iyi bilmelidir. “Siz ne yaparsanız Allah onu bilir. Ahiret için azık toplayın. Kuşkusuz, azığın en hayırlısı takvadır.” (2/197) âyeti, en güzel hazırlığın nasıl yapılacağına işâret etmektedir. Düşünen bireye gerçek yolu ve yolculuğunu hatırlatır. (hadislerleislam) Yunus’un dediği gibi:

            Yûnus’un sözi yirince, İniler cânın virince

            Tâ ölüp sine girince, Dostun cemâlin arzular...” Rabbim kendi cemâlini arzulayan, öyle yaşan ve bu şekilde ruhunu teslim eden bahtiyar kullarından eylesin... Vesselam...

HÂSIL-I KELÂM! “Herkes Kendi Tercihiyle, Kendi Hayatını Yaşar. . .”

            Selâm ve duâ ile…