Bir kurdu avcılar fenâ halde sıkıştırır. Kurt, ormanda oraya buraya kaçar ancak peşindeki avcıları bir türlü atlatamaz. Canını kurtarmak için deli gibi koşarken elinde yabasıyla tarlaya gitmekte olan bir köylüye rastlar ve yalvarmaya başlar:

▬ Ey insan! Ne olur yardım et bana, peşimdeki avcılardan kaçacak hâlim, tâkatim kalmadı. Eğer sen yardım etmezsen biraz sonra yakalayıp beni öldürecekler.” der. Köylü yanındaki boş çuvalı açar ve kurda içerisine girmesini söyler. Çuvalın ağzını bağlar sırtına vurur ve yoluna devam eder. Birkaç dakika sonra da avcılar köylüye bu civârda bir kurt görüp görmediğini sorarlar. Köylü:

▬ Görmedim!” der ve avcıları uzaklaştırır. Avcıların iyice uzaklaştığından emin olduktan sonra sırtındaki torbayı indirir, ağzını açar ve kurdu bırakır. Çuvaldan çıkan kurt:

▬ Çok teşekkür ederim. Canımı kurtararak bana büyük bir iyilik yaptın!” der köylüye.

▬ Önemli değil!” der köylü ve tarlasına gitmek üzere yoluna revân olur. Köylüye:

▬ Bir dakika!” diye seslenir kurt: “Çok uzun zamandır bu avcılardan kaçıyorum. Bu nedenle de çok bitkin düştüm açım ve kuvvetimi toplamam için bir şeyler yemem lâzım. Burada senden başka yiyecek bir şey yok!” der. Köylü şaşırır ve:

▬ Olur mu, ben senin hayatını kurtardım ya?” dese de adam, kurt:

▬ Yapılan iyiliklerden, verilen hizmetlerden çabuk unutulan bir şey yok şu dünya da! Ben de kendi çıkarım için senin iyiliğini unutmak ve seni yemek zorundayım.” diye bir süre köylüyle tartıştıktan sonra ormanda karşılarına çıkacak üç kişiye bu konuyu sormaya ve ona göre davranmaya karar verirler. Karşılarına önce yaşlı bir kısrak at çıkar.

▬ Ne vefâsı!” der kısrak, “Ben sahibime yıllarca hizmet ettim, arabasını çektim, taylar doğurdum, gezdirdim ve yaşlanıp bir işe yaramadığımda beni öylece kapıya koyuverdi...” der. Bir sıfır öne geçen kurt sevinirken bir köpeğe rastlarlar. Köpek:

▬ Ben hizmetin değerini bilen bir efendi görmedim! Yıllardır sadâkatle hizmet ettim sahibime. Koyunlarını korudum, yabancılara malına mülküne yaklaştırmadım ama o beni her gün tekmeledi ve sopayla sürekli dövdü...” der. Kurt köylüye döner ve:

▬ İşte gördün! Ben kazandım!” der. Köylü de son bir çabayla:

▬ Ama üç diye konuşmuştuk, birine daha soralım sonra beni ye!” diye cevap verir. Bu kez karşılarına bir tilki çıkar. Başlarından geçenleri, tartışmalarını anlatırlar. Tilki hep nefret ettiği kurda bir oyun oynayacağı için keyiflenir ve:

▬ Kurt kardeş! Her şeyi anladım da! Bu küçücük torbaya sen nasıl sığdın? Onu aklım bir türlü almıyor!” der tilki. Kurt bir şeyler söylerse de tilki inanmamış gibi yapar. “Torbaya girdiğini gözümle görmeden inanmam...” der. İşin sonuna geldiğini düşünen kurt torbaya girer girmez tilki köylüye işâret eder ve köylü torbanın ağzını sıkıca bağlar. Köylü eline bir taş alır ve:

▬ Beni yemeye kalktın ha nankör yaratık!” diyerek torbanın içindeki kurdu bir süre pataklar. Sonra tilkiye döner ve:

▬ Sana minnettarım beni bu kurttan kurtardın!” der. Tilki de:

▬ Benim için bir zevkti!” diye cevap verir. O an köylünün gözü tilkinin parlak kürküne takılır bu kürkü satarsa alacağı parayı düşünür ve hiç beklemeden elindeki taşı kafasına vurup tilkiyi öldürür. Sonra da torbanın içindeki kurdu ayağıyla dürter:

▬ Haklıymışsın kurt, yapılan iyilikten daha çabuk unutulan bir şey yokmuş...” der. Hepinizin haklı dediğini duyar gibiyim ama inancımız öyle demiyor.

            Böyle vefâsızlara İstiklâl şâiri Mehmet Akif:

            “Nankördür insanoğlu, kimse bilmez fendini.

            Kime iyilik yaptıysan, ondan koru kendini.” der.

            Halbuki verilen söz, vefâyı gerektirir. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v.), hutbelerinde, “Emânete riâyet etmeyenin îmânı yoktur; ahde vefâ göstermeyenin ise dini yoktur.” buyurur. Allah ve Resûlü’ne (s.a.v.) verilen söz ise ayrıcalıklıdır, daha fazla hassâsiyet gerektirir.

“İyi insan olmadan, iyi Müslüman olunmaz.” der bilge lider Aliyâ İzzetbegoviç… Bunun için önce ahlâkımız güzelleşmelidir. Ahlâkımız, ilhâmını, edebini, ilmini, güzelliğini, vakarını, şahsiyetini Kur’an’dan ve onun teslimiyetiyle ümmete örneklik teşkil ettiği Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.)’den almalıdır. Kur’ân-ı Kerim’de ilk inen âyetlerden bir tânesi; “Ey Peygamber! Muhakkak sen pek yüce bir ahlâk üzerindesin!” (Kalem, 4) buyurulmak sûretiyle dikkatler çekilmekte, güzel ahlâka vurgu yapılmaktadır. Bizler, öyle bir hayat yaşamalıyız ki, ibâdetlerimiz, üzerimizde bir yük, bir fazlalık, bir sıkıntı, bir bıkkınlık sebebi gibi gözükmemelidir. Öyle güzel insanlar olmalıyız ki, ibâdetlerimiz bizim ahlâkımızı, yaşayışımızı, konuşmalarımızı, bakışımızı taçlandırır mâhiyette olmalıdır. Rabbimizin fıtratta ruhumuza yazdığı yaratılış ayarlarımıza yeniden dönebilmemiz için kendimizi yenilememiz, yeniden îman edip sâlih ameller işleyerek özümüze dönebilmek için tevbe ve istiğfar ile kendimize söz vermemiz gerekiyor.

Resûlullah’ın (s.a.v.); “Din samimiyettir, din samimiyettir, din samimiyettir.” ölçüsünü de aslâ hatırımızdan çıkarmadan, fıtratımıza uygun bir hayat yaşamalıyız. İnsan olmanın temel şartlarından birisi, nefse muhâlefet etmektir. Yâni onun isteklerini değil, istemediklerini yapmaya yönelmek… Zîrâ nefsini dizginleyemeyen kimse, kesinlikle olgun bir insan olma vasfını yakalayamaz. Böyle bir insan ve böyle bir mü’min; kendisine Hz. Peygamber (s.a.v.)’i rehber edinecek, onu örnek alacak, modern deyimiyle; “rol model” kabul edecek, elinden geldiği, gücü ve bilgisi yettiği oranda ahlâkıyla ve şahsiyet duruşuyla ona benzemeye çalışacaktır… Allah; güzel insan, güzel bir kul, Rabbinin rızâsını kazanmış bir bahtiyâr olmayı cümlemize nasîb eylesin. (Bizi Kim Beğenecek) “Eğer gönlün, yârine gerçekten bağlı ise gözünü aç da şükret; vefâdan bahset! Dikeni bırak da gülden nasîb almağa bak!” der Mevlânâ… Cengiz Numanoğlu vefâ ile ilgili:

“Varsın, hak kapını kimse çalmasın,

Dost bildiklerinde, vefâ kalmasın,

Varsın, selâmını kimse almasın;

Olmaz bir zerresi, Mîzan’da heder,

Verdiğini, Allah için ver yeter…” der vesselam...

HÂSIL-I KELÂM! “Herkes Kendi Tercihiyle, Kendi Hayatını Yaşar. . .”

            Selâm ve duâ ile…