Adam, bir haftanın yorgunluğundan sonra, pazar sabahı kalktığında keyifle eline gazetesini alır ve bütün gün keyif yapıp evde oturacağını hayal eder.
Tam bunları düşünürken oğlu koşarak gelir ve parka ne zaman gideceklerini sorar. Baba, oğluna söz vermiştir; bu hafta sonu parka götürecektir onu ama hiç dışarıya çıkmak istemediğinden bir bahane uydurması gerekmektedir. Sonra gazetenin promosyon olarak dağıttığı dünya haritası gözüne ilişir. Önce dünya haritasını küçük parçalara ayırır ve oğluna uzatarak:
▬ Evlâdım! Eğer bu haritayı düzeltebilirsen seni parka götüreceğim!” der. Sonra kendi kendine:
▬ Oh be, çocuktan kurtuldum! En iyi coğrafya profesörünü bile getirsen bu haritayı akşama kadar mümkün değil düzeltemez!” diye düşünürken; on dakika geçmeden oğlu babasının yanına koşarak gelir ve:
▬ Babacığım, haritayı düzelttim. Artık parka gidebiliriz!” der. Adam önce inanamaz ve haritayı görmek ister. Gördüğünde de hayretler içerisindedir ve oğluna bunu nasıl yaptığını sorduğunda, çocuk:
▬ Baba! Bana verdiğin haritanın arkasında bir insan resmi vardı. İnsanı düzelttiğim zaman dünya kendiliğinden düzelmişti!” diyerek unutulmayacak ve unutulmaması gereken ibretlik ve dehşet açıklamayı yapar babasına:
Keşke insanı düzeltmek, bu kadar kolay olsaydı!
Keşke aldığımız diplomalarla övünene kadar, insan yetiştirmeye uğraşsaydık!
Keşke işin öğretim kısmına verdiğimiz önemi eğitime de verebilseydik!
Eskiden karnelerde “Hâl ve Gidiş”e not verilirdi!
Bugün memnun muyuz hâl ve gidişten?
Zaman zaman gazete ve sosyal medya üzerinden bilgi paylaşımında bulunuyor, insanlarımızın istifâdesine sunuyoruz. Elbette bu paylaşımlardaki bütün gâye ve gayretimiz, önce nefsimize, sonra da insanların istifâdesine bir şeyler aktararak faydalı olabilme, Allah’ın rızâsını ve hoşnutluğunu kazanabilme, Rasûl’ünün sevgisine ve yaşayışına insanları teşvik edebilme yönünde katkı sunmaktır. Medya üzerinden yapılan paylaşımlarda takipçilerimiz arasında yapılan yorumlara baktığımız da dikkat çeken bir hususu paylaşmak istiyorum. Meselâ fâizden bahsediyoruz, “Hoca, sen neden zinâdan bahsetmiyorsun?” Zinâdan bahsediyoruz, “Bir defâ da fâizden bahset, Allâh’ın hükmünü nereye kadar gizleyeceksin?” Kul hakkından bahsediyoruz, “Kamu hakkı ne olacak? Bir kere de şu çalıp çırpan filâncalardan bahsetsene!” Hırsızlık diyoruz, “Hani hiç devleti soyanlardan bahsetmedin?” tarzında serzenişlere şâhit oluyoruz. Belki gündemi saptırma, konuyu başka taraflara çekerek farklı algılar oluşturma gayretleri de bu yorumların bir parçasıdır denilebilir. Lâkin, mesele bu değildir. Herkes kendi hâline, gidişatına bakacak, bakmalıdır. Zîrâ, “İnsan düzelirse, dünya düzelir.” Dünyamızı düzeltebilirsek, âhiretimizi de düzeltme yoluna girmiş ve felâha kavuşabilme konusunda bir merhale kat etmiş olabiliriz. “Sen bunu neden filânca kişiye söylemiyorsun? Git bunu falanca zâta anlat!” türünden akıl vermek yerine, “Ben bu sohbetten ne alabilirim, benim hisseme düşen nedir?” gibi bir sorgulama halinde olursak daha hayırlı netîce elde etmiş olabiliriz. Bâzen sohbetlerimizde anlatırız: “Burunsak” diye bir hikâye vardır. Annesinin sütünü olmadık zamanlarda emmesini istemedikleri buzağının kafasına, annesinin memesini emmesine engel olacak bir maske takarlar ki, buna kimi yörelerde burunsak adı verilir. Şimdi, hak ve hakîkatler karşısında yukarıda zikrettiğimiz tavırlar, burunsaklı buzağının hâline benziyor. Süt ile kendi arasında maske olunca, sütten istifâde edemeyen buzağının hâli gibi. “Bize fâizi anlatıyorsun ama, senin kazancın da fâiz. Onu ne yapacağız?” şeklinde sesler yükseliyor. Ben emeğimin karşılığını alıyorum ancak diyelim ki bu itiraz haklı olsun Allah korusun. Benim yapmış olduğum yanlış, başkasının yemiş olduğu fâizi meşru hâle getirir mi? Mesele, Kur’an ve sünnet bütünlüğü içerisinde bir hayata talip olabilmektir. Öncelikle “Kendi nefislerimizi Allâh’ın gazabından, cehennem ateşinden nasıl kurtarabiliriz?” şuuruyla hareket etmeye çalışmak lâzımdır. Öyle bir günden korkmalı ki Rabbimizin; “Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun!” (Tahrîm, 6) uyarısı karşısında yapabileceğimiz güzel işlere bakmalı ve öylece davranmalıyız. Konuşan da yazan da okuyan da elbette kendi yükümlülüğünün hesabını yapıyordur/yapacaktır. Kimsenin yaptığı yanlış, işlediği günah kimseye haramı meşrû gösterecek bir davranış kapısı ve fırsatı açmaz, açmamalıdır. (Bizi Kim Beğenecek) Hâdiseyi;
“Yedik içtik, haram helâl bir tuttuk,
Dişe göre ne bulursak hep yuttuk,
Mahşer, Mîzan, Kur’ân, vicdan unuttuk;
Yollarımız, hep zulümde birleşti,
İnsan olmak, bu kadar mı zorlaştı?” diyen merhum Cengiz Numanoğlu’nun şiiriyle bitirelim vesselam...
HÂSIL-I KELÂM! “Herkes Kendi Tercihiyle, Kendi Hayatını Yaşar. . .”
Selâm ve duâ ile…