Diyanet İşleri Başkan Yardımcımız Doç. Dr. Sayın Burhan İŞLİYEN Erzincan İl Müftüsü olarak görev yaptığı yıllarda yaşadığı ibretlik bir hâtırayı hiç unutmadığı ve unutamayacağını şöyle anlatır. Genç biri müftülüğe gelir ve:

▬ Sayın Hocam! KPSS’ye birkaç kez girdim ve hep 66-67 civarında puanlar aldım. Son girdiğim sınavda, önümde oturan başka bir sınav adayının kâğıdına bakarak ondan yedi sorunun cevabını kopya çektim. Girdiğim sınavdan 73 puan aldım. Yaptığım hesâba göre, o arkadaştan kopya çektiğim yedi sorunun cevabı da doğru çıkmıştı. Yâni, ondan almış olduğum kopya ile, “70 puan barajını” geçmiş oldum. Şimdi ise, zabıt kâtipliği sınavı var önümde, ilâna çıkıldı ve ben müracaat ettim, ilk on kişinin içerisine girdim, klavye/daktilo kullanımı testini geçmem gerekiyor, on parmak yazabilmem lâzım ve ben klavyeyi çok iyi kullanıyorum. Bu testi geçmem garanti gibi gözüküyor. Ancak, mülâkata girmezden evvel sınavda arkadaştan çekmiş olduğum kopya, aklımı kurcalamaya başladı: “Şimdi ben kopya usulü kazandığım sınavla barajı aştım ve bu şekilde kâtiplik alımı mülâkatına müracaatta bulundum ve ilk ona girdim. Mülâkata girer kazanırsam ve böylece göreve başlarsam, benim kazancım helâl olur mu?” Soru belki bize garip gelebilir. “Allah Allah, böyle de hassas düşünce olur mu ki?” diye bir soru yöneltir. Ama hayır, normal zamanlarda Kur’an’ın prensiplerine göre çok sıradan, rutin ve doğal şekilde olması gereken bir düşünce ve hassasiyet meselesidir bu. Çok doğru ve mutlaka sorulması gereken bir sorudur. Ancak, günümüzde helâl-haram düşünce ve sınırları birbirine karıştığı ve karıştırıldığı için, hassasiyetlerimizi kaybettiğimiz ya da zayıflattığımız için, şu anlattığımız hadise bile çok garip karşılanır bir hâle geldi değil mi? Soruyu cevaplandırır ve o kardeşimize:

▬ Elbette sen, kopya usulü kazandığın bir sınavla hakîkatte hak etmediğin bir puanı hak edip mülâkata girdiğin ve başarılı olduğun için bu şekildeki bir muâmele ile diğer hak sâhiplerine haksızlık etmiş oluyorsun ve böylelikle elde edeceğin kazanç bütünüyle helâl olmaz.” diye cevap verir ve genç:

▬ Teşekkür ederim. Allah râzı olsun hocam!” diyerek ayrılır müftülükten.

Soru soran genci tâkip eder Hoca Efendi ve öğrenir ki, o genç kazandığı işe devam etmekten vazgeçer. Özel bir şirkette çalışmaya, helâl kazancının hassasiyetini yaşamaya devam eder. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz; “Kıyâmet günü mahşer meydanında hesâba çekilirken kişi; nereden kazanıp nereye ve nasıl harcadığının hesâbını vermedikçe bir adım öteye gidemez!” buyurur ya; haksız kazançlarla, iltimas yoluyla, torpilcilerle, kopya ile, adam kayırmacılıkla, adamını bulup iş görmekle, rüşvet vermekle yapılan yerleştirmeler, verilen sınavlar, sâhip olunan makam ve mevkîiler, mal ve mülkler, her nev’i kazançlar elbette bir bir hesâba çekilecek, kişi bunların hesâbını yüzünün akıyla veremedikçe felâha ve huzûra kavuşamayacaktır. Yine başka bir hadislerinde Peygamber (s.a.v.): “Hiçbir kul, kıyâmet günü ömrünü nerede tükettiğinden, ilmiyle ne yaptığından, malını nereden kazanıp nereye harcadığından, vücudunu nerede yıprattığından hesâba çekilmedikçe bir adım dâhi atamaz!” buyurur. Kul hakkı, kamu hakkı, çevre hakkı, Allah hakkı gözetilmemiş, bir şekilde bu haklara tecâvüz etmek sûretiyle elde edilen kazançlar kursaktan geçen haramlar olması hasebiyle ateşi celbeden davranışlardır ki, böyle hâllere düşmekten Rabbimizin engin merhametine sığınırız. İş edinme usullerimiz, kazanma yollarımız, niyetlerimiz, gayretlerimiz, harcama yollarımız helâl ve meşru olmalıdır. (Bizikimbeğenecek)

Helal kazanç; el emeği ve göz nuruyla elde edilen nimetin “en hayırlı lokma” olduğunu idrak etmektir. Ölçüyü ve tartıyı eksiksiz yapmak, söz ve davranışlarda dürüst davranmaktır. Helal kazanç, işinin hakkını vermek, işçinin hakkını alın teri kurumadan ödemektir. Kul ve kamu hakkına riâyet ederek kazancı ve ömrü bereketlendirmektir.

Helal kazanç, maddi yönden yükselirken, mânevi olarak tükenmemektir. Hırs ve tamâhın esiri olmamak, boynunda hiçbir kulun vebâlini taşımamaktır. Yalan, hîle ve aldatmadan kaçınmak, haram lokmayı, mideyi yakıp kavuran bir kor gibi görmektir.

Ne acıdır ki modern zamanlar iş ve ticâret ahlâkını da olumsuz etkilemektedir. Dürüst, güvenilir, helâl-haram hassâsiyeti olan, işinin ve işçinin hakkını gözetenlerin sayısı elbette çoğunluktadır. Ancak bunun yanında sadece maddiyat odaklı düşünenlerin, daha fazla kazanmayı hayatın gâyesi sananların sayısı da azımsanmayacak şekilde artmaktadır. Çalışma ve ticâretin de bir imtihan, işini lâyıkıyla yapmanın da bir ibâdet olduğu göz ardı edilmektedir.

Hâlbuki İslâm, boğazımızdan geçen her bir lokmanın helâl ve meşrû olmasını îmânımızın bir gereği olarak görür. İçki ve ticâretinden, içerisinde kumar olan bütün oyunlardan, fâizin her çeşidinden, hırsızlık, rüşvet, tefecilik, kamu malını üzerine geçirmek, stokçuluk ve karaborsacılık gibi her türlü haramdan şiddetle kaçınmamızı emreder. Unutmayalım ki, kim helâlinden kazanıp helal yollarda harcarsa ibâdeti kabul, duâsı makbul olur. Kazancı bereketle, hânesi huzurla dolar. Nihâyetinde Allah’ın rızâsına ve cennetine nâil olur. Kim de yediğine, içtiğine, giydiğine haram bulaştırırsa malının bereketi azalır. Kazandığını zannederken aslında kaybeder. Dünya saadeti yok olur, âhirette ise cehennem azâbına dûçar olur. Nitekim Allah Resûlü (s.a.s) şöyle buyurmaktadır: “Haramla beslenen vücudun lâyık olduğu yer ancak cehennemdir.”

Hayatımızın her alanında olduğu gibi iş ve ticâret hayatımızı da doğruluk ve dürüstlük üzerine inşâ etmeliyiz. Allah’ın koyduğu helâl-haram sınırlarını hakkıyla korumalı, helâlinden kazanmalı, üretmeli, yemeli ve helâlinden harcayarak geçici dünya malını, kalıcı âhiret saâdetine tercih etmemeliyiz. (diyanet.gov.tr)

“Haram kazanılan aş, aştan sayılmaz.

Hak için akmayan yaş, yaştan sayılmaz.

Kişi başım var diye övünmesin;

Secdeye varmayan baş, baştan sayılmaz.” derken Necip Fazıl:

Mehmet Akif ise, çalışmayan, çalışmak istemeyen, başkalarının sırtından geçinen/geçinmeyi düşünen veya gayr-i meşrû yollarla bir şeyler kazanmayı bekleyenleri:

“Kim kazanmazsa bu dünyada bir ekmek parası;

Dostunun yüz karası; düşmanının maskarası!” beytinde yererken bir Kelâm-ı Kibarda ise; “Rızk hiç değişmez, azalmaz ve çoğalmaz. Kimse kimsenin rızkını yiyemez. Hiç kimse kendi rızkını yiyip bitirmeden ölmez!” denir. Vesselam...

HÂSIL-I KELÂM! “Herkes Kendi Tercihiyle, Kendi Hayatını Yaşar. . .”

            Selâm ve duâ ile…