Kral, ülkesini şehir şehir gezerken halkı onu görebilmek için yollara dökülür sonsuz saygı ve hürmet gösterir. Kral yine bir diyârdan geçerken gelişine hiç aldırış etmeyen ve arkası dönük vaziyette işiyle meşgul olmaya devam eden bir yaşlıyı fark eder, adamın yanına gelir ve:

Babalık! Sen neden diğer insanlar gibi halkın arasına katılıp beni görmek için saygı, hürmet, ilgi ve alâka göstermiyorsun?” diye sorar. Yaşlı pîri fânî adam:

Efendi! Senden seneler önce de buradan bir kral geçti. Herkes onu görmek için can atıyordu. Ancak kral birkaç gün sonra şurada öldü ve yakınlarda bir yere defnedildi. O sırada fakir bir adam da öldü ve kral’ın mezarının yanına gömdüler. Bir süre sonra o bölgeyi şiddetli bir sel vurdu ve mezarlar alt üst oldu. Sonra da fakir adamın kemikleri, kral’ın kemikleriyle birbirine karıştı. Artık aralarında hiçbir ayırım yapamadık... Bunu gördükten sonra kimin kral, kimin dilenci olduğu artık benim için fark etmiyor. Nasıl olsa kabirde senin de benim de hâlimiz aynı olacak. Bu nedenle sana neden ayrıcalık göstereyim ki?” diye devam eder. Kral’a ve ders almak isteyenlere unutamayacakları bir öğüt verir. “Toprağın bir karış altında, hiçbir dünya otoritesinin temin edemeyeceği eşitlik vardır.” diye yazar Eyüp Sultan Kabristanında bir mezar taşında.

Evet, öldüğünde, senin bütün servetlerin, senin bütün şöhretlerin, kaç para eder. Yarın Hepimiz Allah indinde, makam ve mevkîmiz, şöhretimiz, servetimiz ve dünyada sâhip olduğumuz nâmımız ne olursa olsun, orada bütün kariyerler sıfırlanacaktır. Oradaki üstünlük, ancak buradan giderken götürdüğün Allah’a kulluktur, hayırlı ameldir, takvâdır, ihlastır. Necip Fâzıl bizleri yaşarken gittiğimiz yerde geçerli olacak akçeye biriktirmeye gayret edilmesini;

“Hasis sarraf, kendine bir başka kese diktir,

Mezarda geçer akçe, neyse onu biriktir.!” diye tavsiye eder şiirinde;

Rûhî Bağdadî’de;

“Sanma ey hâce ki senden zer ü sîm isterler,

“Yevme lâ yenfeû”da kalb-i selim isterler.”

“Ey Hoca; sanma ki senden altın ve gümüş isterler, Hiçbir şeyin fayda vermeyeceği günde, tertemiz ve sapasağlam bir kalp isterler.” der ve geçerli akçenin ne olduğunu beyitleriyle ne güzel anlatır bizlere...     

Resûlullah, toplumun ayrılmaz parçası olan gayri unsurların hak ettikleri şartlarda yaşamaları ve saygı görmeleri için gerekli tedbirleri almıştır. Nitekim kanaatkârlığı ve dünya nimetlerine karşı zâhidâne tavrıyla bilinen meşhur sahâbî Ebû Zer el-Gıfârî, bir defâsında Habeşli bir köle olan Bilâl’i, annesinin zenci olmasından dolayı ayıplar. Bilâl yaşadığı bu haksızlığı Resûlullah’a ilettiğinde, Peygamberimiz (sav) Ebû Zerr’i çağırarak;

Ebû Zer! Onu annesi sebebiyle mi aşağıladın? Demek ki sen kendisinde hâlâ câhiliye izleri olan bir kimsesin. (Köle) kardeşleriniz, Allah’ın sizin emrinize verdiği hizmetçilerinizdir. Her kimin kardeşi emri altında bulunursa, ona yediğinden yedirsin, giydiğinden giydirsin. Onlara güçlerini aşan işler yüklemeyin. Eğer (ağır işler) yüklerseniz onlara yardım edin.” sözleriyle kendisini uyarır.

Resûlullah (s.a.v.) bu söz ve uygulamalarıyla, insanları mensup oldukları köken ve sosyal konumları îtibâriyle sınıflara ayıran katı ve dar toplumsal anlayışı yıkarak yerine, insanı sırf insan olduğu ve aynı atadan geldikleri için değerli kılan kardeşlik anlayışını ikâme etmiştir. İnsanların “bir tarağın dişleri gibi” eşit olduklarını söyleyen Hz. Peygamber, şu sözleriyle İslâm’da ayrımcılığın olmadığını vurgulamıştır: “Ey insanlar! Bilesiniz ki, Rabbiniz bir, atanız da birdir. Arap’ın Arap olmayana Arap olmayanın da Arap’a; beyazın siyaha, siyahın da beyaza hiçbir üstünlüğü yoktur. Fâzilet takvadadır...”

Kur’ân-ı Kerîm’de, üstünlüğün ancak takvâ ile yâni Allah’ın emirlerini yerine getirip O’na karşı gelmekten sakınma esâsına bağlılıkla mümkün olacağını ve herhangi bir soya mensup olmakla ya da soy çokluğuyla övünmenin insanları aldattığı ve oyalayıp durduğu belirtilmiştir. Allah Resûlü’nün kimi topluluklar hakkındaki övgü ve yergilerini de bu esâsa bağlı kalarak anlamak gerekir. Bu sebeple Resûlullah (s.a.v.), İslâm’a hizmet ve takvâya bağlılık esâsı gözetilmeksizin herhangi bir ırk, soy, milliyet ve toplumsal sınıfın övülüp diğerlerinin kötülenmesine aslâ müsâmaha göstermemiş ve buna aykırı bir tutumu da câhiliye dönemi zihniyetinin bir uzantısı olarak görmüştür. Ne var ki ırka veya toplumsal mevkiye göre ayrımcılık yapmak, insanoğlunun kolayca vazgeçemediği zaaflarıdır ve Hz. Peygamber’in ümmeti bu hususta dâima uyanık olmalıdır. Nitekim O’nun (s.a.v.) şu sözleri açıkça bunu ifâde etmektedir: “Ümmetimde câhiliye âdetlerinden kalma dört şey vardır ki bunları (kolaylıkla) terk edemezler. Bunlar; asâleti ile öğünme, nesepleri kötüleme, yıldızlarla yağmur isteme ve bağıra çağıra ölülere yas tutmadır.” (hadislerleislam)

 İsrâ Sûresinin 37. âyet-i kerîmesinde Rabbimiz: “Yeryüzünde büyüklenerek yürüme! Sen asla yeri yaramazsın ve boyca da dağlara erişemezsin.” buyurur. Biz, öyle bir yaratılışla mücehhez kılınmışız ki, beynimizdeki damarlardan bir tânesi çatlasa, konuşan dilimiz konuşamayacak, gören gözümüz göremeyecek, işiten kulağımız duyamayacak, tutan elimiz tutamayacak ve yürüyen ayaklarımız yürüyemeyecek derecede âciz kalabilecek durumdayız. Her şey Allah’tandır. Veren O’dur, alan O. Biz, her hâlükârda imtihan edilmekteyiz. Rabbimiz imtihanımızı kolay kılsın. Kibir ve enâniyetten, yeryüzünde büyüklük taslayarak gezip dolaşmaktan bizleri muhâfaza buyursun. (Bizi Kim Beğenecek)

“Elbette ki şeytanın bir üstünlüğü vardır,

O üstünlük; insanın ahmaklığı kadardır.” der merhum Cengiz Numanoğlu.

Zâlimlerin ve kâfirlerin kimi küçük çapta zâlimdir/kâfirdir kimi dünya çapında. Kimi birkaç kişinin âhını almış, onun hesâbını verecektir; kimi de Merhum Mehmet Âkif’in: “Hayâtın ayrı felâket, memâtın ayrı belâ” dediği ve Firavun için söylediği bu mısrasında olduğu gibi halk içinde yaşarken ayrı bir zulüm çarkı, öldükten sonra da ayrı bir musîbet olmuştur. Şüphesiz herkes ebedî hayatta yıllar veya asırlar süren bir zulüm çarkının hesâbıyla karşılaşacaktır. Vesselam...

            HÂSIL-I KELÂM! “Herkes Kendi Tercihiyle, Kendi Hayatını Yaşar. . .”

            Selâm ve duâ ile…