Olumsuz bir anlama sahip olan “Burnundan Kıl Aldırmamak” deyimi, önerileri dinlemeyen, yapılan uyarılara ve eleştirilere kulak asmayan kişiler için kullanılır. Deyim, hiç kimseyle iyi anlaşamamak ve her zaman el üstünde tutulmayı istemek demektir. Yaşadığımız zamanda insanların çoğu burnundan kıl aldırmıyor. Eleştiriye ekseriyetle kapalı. Ego ise zirvede. Hemen hemen her yerde bu tip insanları görmek mümkündür. Havalıdırlar. Aynı zamanda selamsız ve kelâmsızdırlar. Bu tür kişilerle ilgili güzel bir hikâye anlatılır.
Bulunduğu yerin ileri gelenlerinden biri olan Osman Efendi, sabah müthiş bir baş ağrısıyla uyanır. İlaç alır, geçmez. Bir iki gün bekler, ağrı devam eder. Doktor çağrılır. Lakin Osman Efendinin baş ağrısı artarak devam eder. Üstüne üstlük baş ağrısının yanı sıra gözleri de yaşarmaya başlar. Başka doktorlar çağrılır ama nâfile... Osman Efendi, ağrıyı kestirene servet vaat eder.
Doktorların hiçbiri ağrıyı durduramadığı gibi sebebini de bulamaz. Ev halkı birbirine karışır, baş ağrısından geceleri uyuyamayan Osman Efendiyi İstanbul’a götürmeye karar verirler. İstanbul’da en iyi doktorlar seferber olur. Röntgenler, beyin Tomografileri çekilir, testler yapılır... Görünüşe bakılırsa Osman Efendi turp gibidir. Oysa dayanması gittikçe zorlaşan baş ağrısı ve gözyaşları hayatı çekilmez hâle getirmiştir. Ağrı kesici iğnelerle zor ayakta duran Osman Efendi bu defâ da apar topar yurtdışına götürülür. O devirde Amerika değil İsviçre moda, Zürih’e gidilir. Haftalarca hastanede kalınır, onlarca Profesör Konsültasyon yapar, testler tekrarlanır.
Sonuç: Osman Efendiye teşhis konulamaz. Artık yerinden kalkamayan Osman Efendiye ağrı kesici iğneler verilir, ülkesine dönüp “dinlenmesi,” daha doğrusu son günlerini -evinde- geçirmesi tavsiye edilir. Osman Efendi bitkin, aile perişan. “Kader” denilir, memlekete dönülür. Osman Efendi yayla evinde bir odaya yatırılır ve ağrı kesici iğnelerle ölümü beklemeye başlar. Bir gün, hastanın hem keyfi yerine gelsin hem de saç sakal bakımı için eski berberi Mehmet çağrılır.
O zamanki berberler doktor olmayan kasabalarda, köylerde, dişçilik, hasta bakıcılık yani koca karı ilacı denen şeyleri kullanarak vatandaşı tedavi etmeyi de kendilerine görev edinmişlerdi. Alet edevatını çantasına dolduran berber Mehmet gelir, Osman Efendi’yi tıraşa başlar. Bir yandan tıraşını yapar bir yandan da baş ağrısından sızlayıp inleyen Osman Efendi’nin derdini dinler. Dinler, dinledikçe de içinden:
▬ Allah, Allah… Onca doktora gitmiş, ülkeler dolaşmış, bir çâresini bulamamış, hayret. Derdi veren Allah dermânını da verir hâlbuki ama koskoca ağa, dermanını bulamamış işte” diye içinden geçirir. Bir ara Osman Efendi’nin sızlanması hafifleyince berber Mehmet utana sıkıla, biraz da korkarak:
▬ Beyim, kızma ama sakın burnunuzda kıl dönmüş olmasın!” der. Osman Efendi, sinirlenir ve:
▬ Ne kıl dönmesi oğlum, bilgiç bilgiç konuşma…” diye azarlar berberi. Osman Efendi öyle der amma berber Mehmet’te bu arada ağanın burun deliklerine eğilip iyice bakar, sonra:
▬ Hah, işte. Evet, bak kıl dönmesi, ben şimdi onu oradan alırım!” diye haykırır. Osman Efendi daha bir öfkelenir:
▬ Ne yapıyorsun. Sen cahil adamsın, zâten canım burnumda, başıma bir iş de sen açma.” der ama berber Mehmet, başını sallayarak:
▬ Evet, ağam, hakikaten canınız burnunuzda!” diyerek tıraş ettiği Osman Efendi’nin öfke dolu bakışlarına aldırmadan cımbızı kaptığı gibi burunda dönen kılı çekip alıverir. Ev halkı, ağanın çevreyi ayağa kaldıran çığlıkları ile irkilir, korku ve heyecanla cümbür cemaat odaya dalarlar.
Osman Efendi, Berber Mehmet’i ayağının altında hırpalayıp durmaktadır. Güç belâ berberi ağanın elinden kurtarırlar. Zavallı berber az kalsın ağanın elleri ile boğulmak üzeredir. Ortalık sakinleşir. Berber Mehmet, korkudan kaçar. Ev halkı ağanın kanayan burnuna pansuman yapar, yüzünü gözünü kolonya ile ovarlar.
O gece Osman Efendi 18 aylık acıdan sonra ilk defa rahat bir uykuya dalar. Ertesi sabah, aylardan sonra ilk defâ uykudan rahat ve huzurlu bir şekilde uyanır. Ne başı ağrır, ne gözleri yaşarır. Osman Efendi, yeniden doğmuş gibi mutlu ve sağlıklı… Doktorlar, burunda dönen kılın sinire yürüyüp gittikçe uzayarak dayanılmaz ıstıraplara yol açtığını o zaman fark ederler. Çözümün bu kadar basit olabileceğini hiç kimse düşünmemiştir. Aylarca acılar çekilmiş, servetler dökülmüştür. Burnundan kıl aldıran Osman Efendi sapasağlamdır artık. Berber’i çağırtır neredeyse bir servet bağışlar ve elini omzuna koyarak:
▬ Sen bana çok kıymetli unutulmayacak bir hayat dersi verdin!” der. Evet, işte hikâye böyle…
Peki, sizce nedir o hayat dersi, dostlar?
“Burnundan kıl aldırmayanın başı ağrıdan kurtulmaz!”
Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi,
Olmaya devlet cihânda bir nefes sıhhat gibi.
Hak tecelli eyleyince, her işi âsân eder,
Halk eder esbâbını, bir lahzada ihsan eder.
Hayat akarken, bazen büyük sorunların çok basit çözümleri olabilir. Bu çözümlere ulaşmak için yeri, yurdu, aşı, işi ne olursa olsun herkesi dinlemeyi bilmek, herkesin fikirlerine açık olmak gerekir. İnsanlar bu deyime, bu hikâye yüzünden küçük bir ekleme de yapmışlar: “Burnundan kıl aldırmayanların başı çok ağrır!”
Bugün etrafımızda çok var böyleleri... Burnundan kıl aldırmazlar!
İsimlerinin önünde bulunan rütbe, makam, mevki, para vs. olanlar; o büyük gücün verdiği zenginlikle “dünyayı ben yarattım” havasındadırlar! Ne olursa olsun gün olur, devran döner! O büyük gücü veren o büyük etiketler, bir gün sizleri de kapı dışına iterler... Zenginliğinizden eser kalmaz, kendinizi çırılçıplak hissedersiniz.
Bugün burnunuzdan kıl aldırmazsınız ama...
Yarın başınız çok ağrır...
Gözyaşlarınız hiç dinmez!
Mevlânâ: “Bahar mevsiminde bir taş yeşerir mi? Toprak gibi mütevâzî ol ki senden renk renk güller ve çiçekler yetişsin!” der.
Başınızın ağrımaması, gözlerinizin yaşarmaması, ümitlerinizin tükenmemesi temennisiyle…
Selâm ve duâ ile…