Yavuz Sultan Selim Han’la Hasan Can’nın hadisesini dosluk meselesi üzerinden anlatacağım sizlere. Kapatın gözlerinizi düşünün Topkapı Sarayından saltanat kayığı yola çıkıyor. Sefere gidilecek, büyük bir sefer. İki yıl sekiz ay sürecek Memlûk seferi. Memlûkler hilâfetin bağlı olduğu yer. Fakat saldırılardan dolayı Haremeyni'ş-Şerîfeyni koruyamayacak durumdalar. Yavuz’la da cebelleşiyorlar. Yavuz Sultan Selim Han bu. Buna tahammül edemiyor. Gönlünde Haremeyni'ş-Şerîfeyn’in derdi var. Nasıl olmasın ki,
Ey bâd-ı sâbâ uğrarsa yolun semt-i haremeyne
Selâmımı arz eyle Rasülus-sekaleyne,” diyerek rüzgarlarla peygamberine selam gönderren millet var. Memlûk seferine çıkılacak. İki yıl sekiz aylık bir sefer. Saltanat kayığında Yavuz ve Hasan Can. İki dost. İki muhabbet ehli. Susarak gidiyorlar gecenin bir yarısı. Bir ara Yavuz Sultan Selim Han, Hasan Can’a dönerek:
▬ Yumurta sever misin?” der. Hasan Can:
▬ Belî (evet), Sultanım!” cevap bu kadar. Geçilir karşıya. Ordunun başına geçer Yavuz Sultan Selim Han çıkılır sefere. Kolay bir sefer değildir. Hani biz bugün şöyle zannediyoruz. İnsan kendi yaşadığı çağdan bakıyor da zannediyor ki, o dönemde de bunlar böyle oluyordu. Hayır, kimse kimseyi kendi zamanından bakarak değerlendirmeye tabi tutamaz/tutmamalı. Düşünsenize evinizden iki yıl sekiz aylığına ayrılıyorsunuz.
▬ Hanım ben gidiyorum.”
▬ Nereye?” bizde genelde böyle oluyor değil mi? Diyoruz ki:
▬ Hanım ben gidiyorum!”
▬ Nereye gidiyorsun?”
▬ Kahramanmaraş’a gidiyorum hanım.”
▬ Bir şey ister misin?”
▬ Ya oranın nesi meşhursa ondan bir şeyler getir?” Hanımlar bunu severler. Kahramanmaraş’ın tapusunu götürsen bir işe yaramazda biraz dondurmasından, biberinden, tarhanasından, salep’inden vs. alıp gelsen çok mutlu olurlar. Hatta:
▬ Bizim adam bana çok değer veriyor.” der. Kıymetli bir şey. Şimdi bizdeki gidiş gelişler böyle olduğu için sabah vedalaşıyoruz.
▬ Hanım, hadi Allah’a ısmarladık bir şey istiyor musun?”
▬ Nesi meşhursa getir?”
▬ Eyvallah.” Ertesi akşam geliyorsun.
▬ Nasıl geçti?”
▬ Çok güzeldi. Buyur, dondurman vs.” Zannediyor ki insan, Yavuz Sultan Selim Han’da böyleydi. Düşünsenize şimdi. 2 yıl 8 aylık Memluk seferine çıkıyor.
Yavuz Hafsa hanımla vedalaşıyor çıkıyor yola. Zor bir sefer. Mercidabık’ı var, Ridâniyesi var. Sînâ Çölü var. Varda var ama işin neticesinde Hâdimü'l-Haremeyni'ş-Şerîfeyn olmakta var. Ve bu yola öyle kolayda çıkılmıyor. Sefer, zaferle neticeleniyor ve Yavuz Sultan Selim Han, Hâdimü'l-Haremeyni'ş-Şerîfeyn olarak Mısır seferinden iki sene sekiz ay sonra İstanbul’a dönüyor. Üsküdar’dan kayığa binmiş gidiyorlar Hasan Can’la. Bir ara Hasan Can’a bakarak:
▬ Nasıl?” diye soruyor. Hasan Can:
▬ Rafadan sultanım” diyor. Şu güzelliğe bir bakın Allah aşkına ya. Şimdi birisiyle sohbet etseniz otuz saniye ara verseniz:
▬ Nasıl?” diye sorsan cevap şu olur:
▬ Ne nasıl abi? Nasıl derken anlayamadım.” tepkiler böyle değil midir? Bakın dostalar Yavuz, 2 yıl 8 ay önce soruyor diyor ki:
▬ Yumurta sever misin?” Hasan Can:
▬ Severim Hünkarım!” 2 yıl 8 ay geçiyor ve:
▬ Nasıl?” Hasan Can:
▬ Rafadan sultanım!” diyor. Sohbet kaldığı yerden devam ediyor.
Bunun adı aynîleşmektir,
Bunun adı kalplerin aynı dertle atmasıdır,
Bunun adı iki gönlün bir olmasıdır.
Bunun adı dostluktur.
Bunu adı hemhâl olmaktır.
Bunun adı muhatabını tanımaktır.
Bunun adı karşındakine verdiğin değerdir.
Bunu adı tevhiddir,
Bunun adı ne derseniz deyin odur işte. Güzelliktir, muhabbettir odur.
Birlikte düşünmek, beraber hissetmek ve gönül bağı... Hemhal olmak demek tam da bu olsa gerek.
Günlük hayatta herkesin bir Hasan Can’ı bir Sultan’ı olabilir. Çıkılan seferler, gidilen görevler, verilen aralar size birbirinizi unutturmasın.
Hayat böyle Hasan Canlar ve siz sayın Sultanlar! Kaldığınız yerden devam edemediğiniz her gün için yeni bir başlangıç yapma zahmetinde bulunup kendiniz yaşlandıracaksınız.
Selâm ve duâ ile…