Sözlükte, “çağırmak, istemek, yardım dilemek” anlamlarına gelen “duâ” dinî kavram olarak, âciz ve zayıf olan kulun, bütün benliğiyle kudreti sonsuz Yüce Yaratıcıya yönelerek, hâlini O’na arz etmesi ve her türlü ihtiyacı için O’nun engin lütuf ve merhametine sığınmasıdır.
Âcizliğini, zayıflığını ve fakirliğini itiraf eden kul, duâ vasıtasıyla gücü her şeye yeten ve her şeyin sahibi olan Yüce Allah ile aracısız irtibat kurar, O’na niyazda bulunur ve O’nun himâyesine iltica eder. İnsanın, edâ etmekle sorumlu olduğu tüm ibâdetlerin, özü îtibâriyle kendisiyle Rabbi arasında irtibat kurmayı veya var olan irtibatın güçlenmesini hedeflediğini düşünürsek duâ, bunu hemen ve dolaysız gerçekleştirdiği için Peygamber Efendimiz tarafından “ibâdetlerin özü” olarak nitelendirilmiştir. Duâ, ibâdetlerin özü olması yönüyle insanoğlunun yaratılış gâyesini de temsil etmektedir. Yüce Yaratıcımız, insanları ve cinleri sadece kendisine ibâdet etsinler diye yarattığını ifâde buyurmaktadır. “(Rasûlüm!) De ki: duanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin!” ifâdeleriyle de Rabbimiz, bu gerçeğe işâret etmektedir.
Bize şah damarımızdan daha yakın olan ve içimizden geçirdiklerimizi bilen Rabbimiz, bizleri kendisine duâ etmeye çağırmakta ve duâ ettiğimiz takdirde bunlara karşılık vereceğini haber vermektedir. Yüce Allah, kendisine, yalvara-yakara, gizlice, azabından korkarak ve rahmetini umarak, güzel isimleriyle, ihlas ve samimiyetle, sabah-akşam, yan yatarken, otururken veya yürürken duâ edebileceğimizi bildirmektedir. Atıflarda bulunduğumuz âyet-i kerimelerde Yüce Rabbimiz, duâ ederken dikkat etmemiz gereken hususları bizlere anlatırken, tâlim buyurduğu hâl üzere kendisine her yerde ve her zaman duada bulunabileceğimizi haber vermektedir. Kur’ân-ı Kerim’de, peygamberlerin dilinden zikredilen duâlara baktığımızda, Allah hakkında hüsn-ü zan sahibi olmamız gerektiğini, duâya Yüce Rabbimizi övgü ve kusurlarımızı itirafla başlamamızın uygun olacağını öğrenmekteyiz.
Kur’ân-ı Kerim, insanoğlunun zorluk ve sıkıntı anlarında Rabbine içtenlikle yönelerek dua ettiğini, ancak sıkıntısı kaldırıldığında sanki hiç Allah’a bu sıkıntısından dolayı duâ etmemiş gibi geçip gittiğini anlatırken böyle kimselerin haddi aşan kimseler olduğunu ifâde etmektedir. İnanmayanların hoşuna gitmese de dindar ve ihlâslı olarak, Allah’ın rızâsını umanlarla birlikte duada sebat etmemiz, bizlere öğütlenmektedir. Yüce Allah, yalnızca kendisine duâ edip ve yalnızca kendisinden yardım dilememiz gerektiğini bildirirken, kendisi dışında el açılanların hiçbir şekilde duâlara icâbet edemeyeceğini mîsal yoluyla şöyle anlatmaktadır: “El açıp yalvarmaya lâyık olan ancak O’dur. O’nun dışında el açıp dua ettikleri, onların isteklerini hiçbir şeyle karşılamazlar. Onlar, ancak ağzına gelsin diye suya doğru iki avucunu açan kimse gibidir. Hâlbuki (suyu ağzına götürmedikçe) su onun ağzına girecek değildir. İnanmayanların duası kuşkusuz hedefini şaşırmıştır.” Efendimiz de en küçüğüne varıncaya kadar tüm ihtiyaçlarımızı Rabbimizden istememiz gerektiğini, bizlere öğütlerken, Allah’ın kendisinden istenmesini sevdiğini, kendisinden istemeyenlere ise gazab edeceğini haber vermiştir.
Örnek yaşantısıyla ve güzel sözleriyle her alanda bizlere rehberlik edip yolumuzu aydınlatan Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.), dualarımızın Allah (c.c) tarafından hüsn-ü kabul ile karşılık görmesi için şu hususlara dikkatimizi çekmiştir:
Sıla-i rahmi gözeterek ve günahlardan uzak durarak duâda bulunduğumuz takdirde Yüce Allah, ya dileğimizi gerçekleştirmek veya günahımızı affetmek suretiyle duâmıza icâbet edecektir.
Sevgili Peygamberimiz gece yapılan duaların müstecâb olduğunu müjdelemektedir: “Her gece, Rabbimiz gecenin son üçte biri girince, dünya semâsına iner ve; “Kim Bana duâ ediyorsa ona icâbet edeyim. Kim Benden bir şey istemişse onu vereyim. Kim Bana istiğfarda bulunursa ona mağfirette bulunayım” der.” Efendimiz ayrıca, “En çok kabule mazhar olan duâ hangisidir?” sorusuna: “Gecenin sonunda yapılan duâ ile farz namazların ardından yapılan duâlardır!” şeklinde cevap vermiştir. Yine Efendimiz, abdestli bir şekilde Rabbini zikrederek uyuyan ve gece kalkarak dünya ve âhirete dâir bir konuda dilekte bulunanın dileğini Allah’ın kabul edeceğini bildirmiştir. Efendimiz (s.a.s.), ezan okunurken, savaş esnasında, ezanla kamet arasında, secde esnasında, mü’minlerin birbirlerinin gıyabında yaptıkları duâlarla, mazlumun, yolcunun ve babanın evlâdına yaptığı duânın makbul ve müstecâb olan duâlardan olduğunu bildirmiştir.
Duâda elleri açarak kaldırma ve sonunda yüzümüze sürme gibi birtakım şeklî hususlara dikkat çeken Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.), “Rabbiniz hayydir, kerimdir. Kulu duâ ederek kendisine elini kaldırdığı zaman, O, ellerini boş çevirmekten haya eder.” şeklinde buyurmak sûretiyle, Rabbimizin ne denli engin rahmet sahibi olduğunu bizlerin dikkatine sunmuştur. Duâya, Allah’a hamd ve senâ, Peygamber Efendimize salât ve selâm ederek başlamak “amîn” sözcüğüyle son vermek, duâ esnasında sesini yükseltmeksizin, duâyı ısrarcı ve kesin bir üslupla, üçer defâ tekrar ederek yapmak ve duâ yaptıktan sonra, “duâ ettim de, duâm kabul edilmedi” gibi sözler sarf etmek suretiyle acele etmemek gibi hususlar, Peygamberimizden duâ âdâbıyla ilgili olarak bize ulaşanlar arasındadır.
Lânet etmeyi ve bedduada bulunmayı hoş görmeyen Peygamber Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Kendinize, çocuklarınıza, hizmetçilerinize ve mallarınıza beddua etmeyin. Ola ki, Allah’ın duaları kabul ettiği saate rast gelir de, istediğiniz kabul ediliverir.” Kendisi ve kocası için dua isteyen bir kadına, “Allah sana da, kocana da rahmet etsin!” diye duâ buyuran Peygamber Efendimiz, duâlarımızda Allah’tan hayırlı isteklerde bulunmamızın önemine işâret etmiştir.
Sevgili Peygamberimizin özlü duâlarından birkaç örnekle konumuza son verelim.
“Allah’ım! Dinimi doğru kıl, o benim işlerimin ismetidir. Dünyamı da doğru kıl, hayatım onda geçmektedir. Âhiretimi de doğru kıl, dönüşüm orayadır. Hayatı benim için her hayırda artma vesilesi kıl. Ölümü de her çeşit şerden kurtularak rahata kavuşma kıl.”
“Allah’ım! Senden dinde sebat etmeyi, doğruluğa da azmetmeyi istiyorum. Kezâ nimetine şükretmeyi, sana güzel ibâdette bulunmayı taleb ediyor, doğruyu konuşan bir dil, eğriliklerden uzak bir kalb diliyorum. Allah’ım! Senin bildiğin her çeşit şerden Sana sığınıyorum, bilmekte olduğun bütün hayırları Senden istiyorum, bildiğin günahlarımdan Sana istiğfar ediyorum!”
“Allah’ım! Seni hamdinle tenzih ederim, Senden başka ilâh yoktur. Günahım için affını dilerim, rahmetini talep ederim. Allah’ım ilmimi artır, bana hidayet verdikten sonra kalbimi saptırma. Katından bana rahmet lütfet. Sen lütfedenlerin en cömerdisin.” (yayin.diyanet)
Selâm ve duâ ile…