Osmanlı Kültürü’nde (Zimem Defteri)
“Zimem Defteri... Osmanlı'da, ramazan ayı gelince zenginler esnafları dolaşır, 'zimem defteri' denilen borç defterinin bir kısmını veya tamamını satın alırlardı. ... “
ZİMEM DEFTERİ
'Zimem', kelimesinin çoğulu… 'BORÇ' anlamına geliyor. Zimem defteri de, Osmanlı esnafının kullandığı BORÇ DEFTERİ. “Osmanlı’da Ramazan günlerinde zenginler, hiç tanımadıkları mıntıkalardaki bakkal, manav vb. dükkânlarına girer, onlardan ZİMEM DEFTERİNİ, yani VERESİYE DEFTERİNİ çıkarmalarını isterdi. Baştan, sondan ve ortadan rastgele sayfaların yekununu yaptırıp, “SİLİN BORÇLARINI… ALLAH KABUL ETSİN” der, çeker giderdi. Borcu ödenen, borcunu ödeyenin kim olduğunu; borcu sildiren, kimi borçtan kurtardığını bilmezdi.”
Zimem defteri, borçlunun ismini ve ne kadar borcu olduğunu gösteren, günümüzde kullanıldığı şekliyle hesap defteridir. Zimem defterinin olduğunu öğrenen kişi, kimin ne kadar borcunu ödediğini bilmeden, öğrenme gereği de duymadan, “Baştan, ortadan ve sondan şu kadar miktar sayfanın borcunu hesapla.” dermiş. Hesabı ödedikten sonra da “Haydi Allah kabul etsin” deyip dükkandan çıkarmış. Borç ödeyen kişi kimin borcunu ödediğini, borcu ödenen kişi hayır sahibinin kim olduğunu bilmezmiş. Bilme gereği de duymazmış. Eski Ramazanlarda bu şekilde borç ödeyenin de, borcu ödenen kişinin de Allah (cc) rızasından başka niyeti, düşüncesi ve isteği olmazmış. Bugün büyüklerimiz ve dini bütün insanların söylediği güzel bir söz vardır “BİR ELİN VERDİĞİNİ DİĞER ELİN BİLMEMESİ LAZIM. “
Osmanlı İmparatorluğu zamanın da “Veresiye (Zimem)” ekonominin temel dinamiklerindenmiş. Bugün Anadolu da ve yerel bölgelerde olduğu gibi eskiden Osmanlı da da maddi sıkıntı çeken vatandaş esnafa veresiye yazdırarak evin günlük ihtiyaçlarını karşılarlarmış. Bugünkü Finans dünyasının sağladığı kartlı sistemler, taksitli satış ve tüketici kredisinin yükünü o gün esnaf “Veresiye defteri” ile çekermiş. İhtiyacı olan ve elinde nakit parası olmayan vatandaşlar mahallenin esnafından alış verişini yapar dükkan sahibi de alacaklarını daha sonra ödenmek üzere “Veresiye defteri” ‘ne yazardı. Eline para geçen borçlu da en kısa sürede borcunu öderdi.
OSMANLI KÜLTÜRÜ (SADAKA TAŞI)
En makbul yardım gizliden gizliye yapılan yardımdır ve eskiler bu iş için ‘‘sadaka taşı" nı icat etmişlerdir. Çoğumuz pek bilmeyiz ama, bu sadaka taşlarından biri İstanbul'da hálá ayakta. Dinimiz hali-vakti yerinde olanların fakirlere yardım yapmalarını emreder ve gelenekler bu yardımların gizlice verilmesini, alanların rencide edilmemesi gerektirir. Eski İstanbul'da yardımların en göze batmayanı ‘‘SADAKA TAŞLARI’’ kullanarak yapıldı. Bu taşlar bir buçuk-iki metre yüksekliğinde mermerden olurdu. Üst kısımlarının ortasına çanağa benzer bir oyuk açılır, sadaka verenler parayı buraya bırakırlardı. İki metrelik taşların yanında, tepesine rahatça ulaşılabilmesi için birkaç basamak konurdu. İhtiyacı olmasına rağmen dilenmekten çekinenler gecenin geç saatlerinde taşın yanına para almaya gelir ama bırakılan meblağın tamamını değil, ihtiyaçları olduğu kadarını alırlardı. 17. yüzyıl İstanbul'unu anlatan bir Fransız gezgin, üzerinde para bulunan bir taşa tam bir hafta boyunca kimsenin gelmediğini yazmıştı. İstanbul'un dört yerinde sadaka taşı vardı: Üsküdar'da Gülfem Hatun Camii'nin avlusunda, yine Üsküdar Doğancılar' da, Karacaahmet' te ve Kocamustafapaşa' daydı. Bugün bu taşlardan sadece bir tanesi, Doğancılar' da dikili olanı, ama o da yarısından fazlası toprağa gömülü vaziyette duruyor.
"ÇÜNKÜ BİR YARDIM, NE ALANI KÜÇÜK DÜŞÜRMELİ, NE DE VEREN İÇİN BİR ÖĞÜNME NEDENİ OLMAMALIDIR."