Tilkinin kuyruğu kayaya sıkışır ve çıkarmaya çalışırken kuyruğu kopar. Daha sonra onu gören bir başka tilki:

Arkadaş kuyruğunu neden kestin?” diye sorar. Alaya alınmaktan korkan ve kuyruğun kopmasına neden olan hatasının ortaya çıkmasını istemeyen kuyruğu kesik tilki:

Böyle kendimi çok daha mutlu hissediyorum. Kuyruğu taşımakta zorlanıyordum. Sanki üzerimden büyük bir yük kalktı çok rahatladım dostum!” der arkadaşına. Bunu gerçek sanan diğer tilki de arkadaşına uyarak, kuyruğunu keser. Fakat mutluluk yerine şiddetli bir acı çekmeye başlar. Hemen tilkiye gider ve:

Neden bana yalan söyledin?” der. Tilki:

Eğer acı çektiğimi sana söyleseydim kuyruğunu kestirmez ve benimle dalga geçerdin. Şimdi eğer bu olayı ve çektiğin acıyı diğer tilkilere söylersen onlar da asla kuyruklarını kesmezler, bizimle alay ederek dalga geçer ve toplum içerisine bizleri çıkamaz hâle getirirler.” der. Böylece bu iki tilki diğer tilkilere yaşadıkları mutluluğu (!) anlatırlar da anlatırlar. Böylece tilkilerin çoğu rahatlamak ve üzerindeki yükleri atmak için kuyruklarını keserler. Çoğunluk onların tarafına geçince bu sefer de kuyruğu olanları alaya alarak dalga geçmeye başlar ve itibarsızlaştırırlar.

            İşte hayatta böyledir; önce toplumu bozup farklılaştırırlar, sonra da onları birbirine düşman ederler. Sonunda toplumda istedikleri bozulmalar artınca bozuk insanlar iyi insanları ayıplarlar ve dalga geçerler.

            Siz siz olun yine de kendiniz olun, fazlasını olmaya çalışırsanız bir hiç olursunuz.

            Yukarıda ifade ettiğim gibi; “Önce toplumu bozarlar, sonra iyi insanları kötü insanlara ayıplatırlar.”

            Hani denir ya;

            Kimsenin saçına “ak” olmayın,

            Kimsenin gönlüne “yük” olmayın,

            Kimsenin kalbine “yara” olmayın,

            Kimsenin gözüne “yaş” olmayın,

            Kimsenin diline “ah” olmayın,

            Kimsenin baharına “kış” olmayın,

            İnsanlara umut olun, huzur olun, sevgi olun ama hüzün olmayın...

            İnsan, her zaman doğruyu yanlış bildiği veya yanlışı doğru bildiği için değil; çoğu zaman da doğrunun doğru olduğunu, yanlışın yanlış olduğunu bile bile hataya düşebilirler.

            Ahlâk, insanların bir arada ve âhenk içinde yaşamalarını temin eden güçlü bir toplumsal sözleşmedir. Ahlâk olmasa, neyin iyi neyin kötü olduğu bilinmese ve bu konuda ortak bir kabul bulunmasaydı, herhâlde toplumsal bir düzenden söz etmek mümkün olmazdı. Bu açıdan bakıldığında ahlâkın, insanlar arasındaki ilişkileri düzenlemek için konulmuş kurallar bütünü olduğu söylenebilir. Ancak bu kuralların kim tarafından ve neye göre belirleneceği konusu hep tartışılmıştır. Farklı filozoflar bu kuralların belirlenmesinde kıstas olarak akıl, sezgi, duygu, tecrübe, iyi niyet, ruhî hürriyet, fayda, haz gibi farklı kriterler kabul etmişlerdir. Dinlerde ise bu kurallar, insanlara dinî otorite tarafından bildirilmiştir.

            Ahlâk kurallarının belirlenip bilinmesi elbette önemlidir, ancak bunların uygulanması çok daha önemlidir. Doğrunun ne olduğunu bildiği halde yanlış davranan insanların varlığı da göstermektedir ki, doğrunun bilgisi onu yerine getirmek için gerekli olsa da yeterli değildir. O halde insanların ahlâkî esaslara uygun hareket etmesini sağlayacak motivasyon kaynağı nedir? İnsanların ahlâkî ilkelere ve kurallara uygun davranması, hangi müeyyidelerle nasıl sağlanacak ve denetlenecektir? (dergi.diyanet).

            Tilkilerin hikâyesi, bize toplumun baskılarına karşı koymanın ve bireysel özgürlüğümüzü korumanın önemini hatırlatıyor. Taşlıcalı Yahya:

            Eyleme ehl-i salâha tan’i

            Söyleme cehl ile mâlâyâni

(Fâziletle yaşayanla alay etme, kınama, sövme; (şakalaşıyorum diye) mânâsız, boş sözlerle cehâlet gösterme.) derken;

            Ne irfandır veren ahlâka yükseklik, ne vicdandır;

            Fazîlet hissi insanlarda Allah korkusundandır.”  diyor  Mehmet Akif.

            Yâni; Vicdan ve irfan, ahlâka yücelik verir; ama insanı ahlâkta yücelten bunların bizzat kendileri değil, (bütün iyilik ve üstünlüklerin kuşatıcısı olan) Allah korkusudur.

            İnsanda Allah korkusu olmazsa irfan da, vicdan da sonunda fesâda uğrar; insan fâziletli yollar yerine nefsî, süflî yollara sapar. Bu iki yüce hasleti fâzilet yolunun sürekli yolcusu olarak tutan, Allah korkusudur.

            Şirazlı Sâdi’ye’ye sorarlar:

Sizi her zaman mutlu olmandaki sır nedir?” diye. Der ki:

Kalıcı olmayan şeye gönül bağlamam. Yarın bir sırdır, onun için endişelenmem. Dün bir hatıradır, hasretini çekmem. Bugün ise bir hediyedir, kıymetini bilirim.”

            Gerçek mutluluk, başkalarını taklit etmekten değil, kendimiz olmaktan ve kendi yolumuzu çizmekten geçer. Bu hikâye, modern toplumun aynası olarak, bize toplumsal baskılara karşı durmanın ve bireysel özgünlüğümüzü korumanın değerini hatırlatıyor. “Allah sizin tarzınıza değil, farzınıza bakar.” kelâmı kibâr-ı hâdiseyi özetliyor vesselam...

            HÂSIL-I KELÂM! “Herkes Kendi Tercihiyle, Kendi Hayatını Yaşar. . .”

            Selâm ve duâ ile…