"Allah’ım! Malika olduğum şeyde benim payım budur. Senin malik olup da benim mülküm dahilinde olmayan şeyden dolay beni levmetme." Zira "kalp Rahman’ın iki parmağı arasındadır." istediği tarafa çevirir.
Yaradan’ın yarattığına tanıdığı özgürlüğü yaratılanın yaratılandan nasıl esirgediğini merhametin be gücün gerçek sahibinin kim olduğunu kalpte olanın asil olduğunu ve hesap soracak olanın ancak o olduğunu anlatır, hatırlatır bir yazıdır ayrılık.
Peki ya zarfa takılıp mazrufu unutmak. “Demek gökten ağsa bile tohum yürekten düşecekmiş
çünkü hayata bağışık büyük hatadan beri nezaret yer çiğ tanesi sanmak ne cüret, gözyaşıymış
insanine insana hapsolduğu cevher "
Bizde olanın da, başkasına olanın da, devredilemez, kısıtlanamaz, terki kabul edilemez, horlanıp yok sayılamaz olduğunu biliriz savunuruz olması gerektiğini. Savunanlarız biz. Susanlar ya da suçlayanlar değiliz.
Yerlisiyiz bu zulüm ikliminin hüküm sürdüğü toprakların. İlk dövüşte kendi gücüne aşık olmuş yeniyetme güreşçi gibi ahkâmlarımızı yüksek perdeden seslendirmeyiz, öfkemizi yenmeyi biliriz.
Ayrılığın me rengi var ne dili, ne de dini. Çünkü "asaleti soyundan, hırkasından, yemişinden menkuller devil asaleti kalbinden menkulleriz biz bunu önemseriz. İçtekini tanıdım Âdemoğlu kimin nesiymiş ter döküp soru sormak nereye sürüklermiş kişiyi”
Fazla geç kalmış sayılmam bildiğimin farkına varmalı, yasamın sıradan bekletilmelerle geçiştirilmesi gereken yanlarından olmadığımı karsımdakine göstermeliyim. Hiçbir derdim yok değil ki! "Derdimi ummana doktum, asumana inledi" diyeyim.
Yüreğimdeki öfke geçmedi, insancıl duygular beslemeyi tasarlıyorum da kotu ihtimaller ve fikirler yakamı bırakmıyor. Çağırsam mı çağırmasam mı omur boyu bu ıstırapla yaşamaktansa ne olacaksa olmalı...