Bazen kendi kendime soruyorum. Huylu huyundan vazgeçer mi diye?
Sonra da diyorum ki; Ne huylu, huyundan vazgeçer, ne de can çıkmayınca huy çıkar.
Teşbihte hata yoksa eğer, Tilki’nin derisinden vazgeçip de alışkanlıklarından vazgeçmediği gibi. Tıpkı insanlarda böyledir, dün nasılsa bugünde öyledir.
Bir insan “Yedisinde neyse, yetmişinde de odur”.
Gerçekten çok doğru ve yerinde bir sözdür. Bir şeyi huy edinmiş kimseyi bu huyundan vazgeçirmek için ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın, olumlu bir sonuç alınmaz. Kişinin huyunu değiştirmesi kendi gayretine, içine dönük hesabına bağlıdır. Öyle insanlar vardır ki çok yüksek bir mevkidedir, makamdadır fakat zaman onların gerçek yüzünü açığa çıkarır. Kendisinin bile değiştirdiğim sandığı huylar o mertebeye geldikten sonra açığa çıkar. Huylu huyundan asla vazgeçmez.
Dün yaptıklarından dolayı özür dilese dahi bugün huyundan vazgeçmeyerek devam eder. Hatasını anlayıp yaptığı hatadan dolayı özür dilese, söz verse dahi huyundan vazgeçmez. Hayata at gözlükleri ile bakan insanların huyundan vazgeçmeleri beklenemez yaşamlarına öyle devam ederler.
Zamanın birinde, huysuz bir adam yaşarmış. Bir gün bu huysuz adam, herkesin gelip geçtiği bir yol üzerine dikenli çalılar dikmiş. Yoldan geçenler hep isyan edermiş. "Bunları buradan sök at" deseler de nafile, adam bu sözlerin hiçbirine kulak asmazmış. Zamanla bu dikenli çalılar öyle büyümüş, öyle büyümüş ki insanlar perişan oldukları için o yolu kullanmak istemez hale gelmişler. Böyle olunca, insanlar durumu valiye arz etmişler. Vali de bu huysuz adamı yanına çağırtmış ve derhal o dikenleri yoldan sökmesini emretmiş.
Huysuz adam da validen böyle bir ikaz alınca sökerim demiş ama heyhat! Bugün yarın derken bakmışlar ki ne söken var ne sökmeye teşebbüs eden! İnsanlar yine gelmiş ve valiye şikâyetlerini yenilemişler. Vali sinirlenmiş ve huysuz adamı tekrar huzuruna çağırtmış; "Verdiği sözde durmayan adam, hemen emrimi uygula" diye ağır bir ikazda bulunmuş. Çalıları diken bu huysuz adam da içinden "Nasılsa önümde hayli gün var, günün birinde sökerim" diye geçirmiş.
Vali köpürüyor, bir yandan da çabuk olması için onu uyarmaya devam ediyormuş ama nafile... Zaman geçtikçe dikenler daha çok kök salıyor, daha çok kuvvetleniyor, büyüyormuş...
Mevlana Hazretleri, kötü huyun insanın nefsine ve çevresine nasıl bir eziyet verdiğini göstermek için anlatır bu hikâyeyi Mesnevi'sinde ve şöyle devam eder: "Tıpkı bu huysuz adamın ektiği dikenler gibi kötü huy da senin tabiatında zamanla kök salıyor, büyüyor. Her defasında o dikenleri sökmek işini yarına erteliyorsun. Sen ihtiyarlanıp, kuvvetten düşerken; huyundaki o dikenler gün geçtikçe kuvvetleniyor."
"Sen de her bir kötü huyunu bir diken bil. O diken ki kaç kere senin ayaklarına battı. Kaç kere oldu seni bu kötü huyun yaraladı. Sen kendi tabiatında hastalandın ya da duygusuzluğun yüzünden bu durumdan habersizsin çünkü bu çirkin huyunun başkalarını rahatsız ettiğini bilmiyorsun. En iyisi, sen şu dikeni gülfidanı ile aşıla. Böylece sendeki dikenler gülfidanı haline gelsinler. Eğer sen de şerri gidermek istiyorsan, ateşin gönlüne hakkın rahmet suyunu dök."
Ne şahane bir teşbihle ele almış meseleyi değil mi Mevlana Hazretleri? Hikâyede yer aldığı gibi, kökünden söküp atmadıkça, hem kendimize hem de başkalarına ızdırap verecek bu dikenler. Biz her ne kadar, nasılsa vaktimiz bol bir gün o dikenleri temizleriz diye düşünsek de, o dikenler daha sağlam köklerle, daha bir kuvvetlenerek büyüyorlar.