YARALI GÖNÜL!

Sâ’di Şirâzi Gülistan’da anlatır. Zâlim bir adam fakirlerin odunlarını zorla ellerinden alır ve yine zorla zenginlere satar. Bu durumu bilen âriflerden birisi o zâlim kişiye:

YARALI GÖNÜL!

▬ Sen tam bir yılansın. Kimi görsen sokarsın veyâ bir baykuşsun ki, nerede otursan orayı vîran edersin. Senin gücün bizlere yeterse de Allâh’a asla yetmez Efendi. Yerdeki insanları zorlama ki onlardan göğe bir bedduâ yükselmesin. Onun ateşi de seni yakmasın!” der.

Zâlim adam bu sözlerden kendince çok alınır, kırılır. Aradan çok geçmez, o zâlimin odun deposu yanar. Yalnız odunları değil evi, konağı, nesi varsa hepsi yanar kül olur. Tam o sırada evvelce ona nasîhat eden zâtta oradan geçmektedir. Zâlim ev sâhibi başına toplananlara yüksek sesle hayıflanarak:

▬ Ben kime ne yaptım ki, bir hata etmedim, kimseye bir kötülüğüm de olmadı. Bilemiyorum bu ateş bana, benim sarayıma neden sıçradı?” diye ağıt yakmaktadır. Hâlbûki Ziyâ Paşa:

            “Zâlim yine bir zulme giriftâr olur âhir.

            Elbet olur ev yıkanın hânesi vîrân!”

“Başkalarına zulmedenler sonunda kendileri de zulme uğrarlar; ev yıkanın evini yıkarlar sonunda!” der ve devam eder aynı minvâl üzre Paşa:

            “Ekser görülür çünkü cezâ cins-i amelden,

            Encâmda âhenden olur rahne-i sûhân!

“Genellikle de yaptığı ezâ cinsinden bir karşılık bulur herkes; nitekim ömrünü demir aşındırmakla geçiren törpünün aşınması da yine demirden olur.” Hele şöyle bir sözü –ki pırlanta gibi durmaktadır- insan çerçeveleyip her gün göreceği bir yere asıverse sezâdır:

            “Zâlimlere mehl olmasa matlûb-ı ilâhî,

            Bir demde yıkar âlemi mazlûmların âhı!

“Mazlumun âhı öyle etkili bir silâhtır ki, bir anda yeri göğü tersyüz edebilir; nice ‘âh’ edilmesine rağmen böyle bir neticenin tahakkuk etmiyor görünmesi ise şundandır ki; ilâhî irâde zâlime bir mehil vermeyi öngörmüştür; ola ki vazgeçer; ola ki imtihânı kazanır; nitekim imtihan dünyasındayız…” Bunları bilen ârif zât, bu had bilmezliğe daha fazla dayanamaz ve:

▬ Efendi! Efendi! Senin yangın zavallı fakirlerin gönüllerinde yaktığın ateşin dumanındandır!” deyiverir. Sâ’di ilâve eder:

▬ Yaralı gönüllerin yanmasından, âhından sakın. Çünkü gönül yarası çok tesirlidir. Elinden geldiği kadar bir gönlü perîşan etmemeye, kırmamaya çalış, çünkü bir âh cihânı alt üst eder.” der...

·       Kalp kırmamak bir fâzilettir; bunun bir üst basamağı daha vardır: İncinmemek.

·       İncitmemek biraz daha kolaydır. Dikkatli ve ahlâklı bir hayat yaşayarak en azından bilerek çevremizi incitmemeyi başarabiliriz.

·       İncinmemek ise çok defâ bizim irâdemizi aşar. İnsan kalbi çok hassastır, olmadık sebeple birden kırılıverir. Bu konuda başarı gösterebilmek daha kuvvetli bir îman ister. Bu da Allâh’ın birliğine ilâveten O’nun gerçek fâil olduğuna inanmayı gerektirir.

·       Pekî, niçin inciniriz? Birisinin bir sözü, bir hareketi, bir davranışı, hatta bir îmâsı bizi üzer de onun için. O zaman, incinmemeyi nasıl başaracağız?

·       Bizi üzen, inciten kimsenin bir vâsıta olduğunu, onu yaptıranın gerçekte Yüce Allah olduğunu düşünerek… Allâh’a kızmak, O’ndan incinmek abes değil midir?

Kelime-î tevhîdin çeşitli anlaşılış dereceleri vardır. “Lâ ilâhe illallah” sözünden büyük çoğunluğun anladığı şey “Lâ mâ’bude illallah” yâni Allah’tan başka ibâdet edecek varlık yoktur, demektir. Seçkin insanların anladıkları ise buna ilâveten “Lâ fâile illallah”tır. Yâni Allah’tan başka gerçek fâil yoktur, demektir. Bunu söz olarak tekrarlamak kolaydır ama asıl olan hâl edinmek, yâni içselleştirmektir, uygulamaktır. İşte bunu başarabilenler, insanlardan hakâret görünce belki üzülürler fakat incinmezler çünkü, o fiili Allah’tan bilirler. Bu adam neden böyle kırıcı bir harekete âlet oldu acabâ diye üzülürler. Hattâ benim ne gibi bir hatam vardı ki bu bana revâ görüldü? Diye bir muhâsebeye girerler. Mevlânâ: “Önemli olan gül tabiatlı olabilmektir. Yâni bu dünya bahçesinde, dikenleri görüp, onlardan incinip dikenleşmek değil, araya kış gibi çileler girse bile onları bahar iklimiyle kucaklayarak bütün âleme bir gül olabilmektir.” (dergi.diyanet) devamla Mevlânâ: “Ahmaklar, insan yapısı mescide saygı gösterirler de, gönül sâhiplerine bîgâne kalarak onların gönüllerini kırarlar.” derken Yûnus Emre daha kestirmeden söyler sözünü:

“Bir kez gönül yıktın ise, bu kıldığın namaz değil,

Yetmiş iki millet dâhi, elin yüzün yumaz değil.” diyerek insan gönlüyle, hele kırık kalplerle oynamaya gelmeyeceğini anlatır aslında bizlere. Şu hadîs-i şerifler ne kadar ibret vericidir: “Mazlumun duâsından sakınınız. Zîra onun duâsıyla Allah û Teâlâ arasında perde yoktur.” “Şu üç duâ kabul görür: 1- Mazlumun duâsı, 2- Misâfirin duâsı, 3- Babanın çocuğuna duâsı.” Yüce rabbimiz de Hucûrat Sûresinin13. âyeti kerîmesinde: “Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık ve birbirinizle tanışasınız diye sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdâr olandır.” buyurmaktadır. Elbette anlayana, anlamak isteyene…

HÂSIL-I KELÂM! “Ölenler Ölümü Bilmez, Ölüm Kalanların Hikâyesidir. Yol Elif İse, Yön Bellidir... Herkes Kendi Tercihiyle, Kendi Hayatını Yaşar... Söz Meclise, Kıssa Herkese… Söz Uzar, Kesmek Gerektir Vesselâm!”

            Selâm ve duâ ile…