Şükretmek ve sonrasında teşekkür edebilmek için fark etmek gerekir. Öncelikle kendisini fark edip yine kendisiyle barışık olmak...
Sonra Rabbiyle olan iletişimini gözden geçirmek... Kanaatimce en önemlisi de bu yolda gönüllü olmak. Gönüllülük istikrârı getiriyor çünkü. Gerek kendisi gerek çevresiyle en mühimi de Rabbiyle olan iletişiminde eksiklik ve aksaklıkları fark edebilen insan, bunları tamamlamak ve tamir etmek adına gönüllü olursa bu hal devamlılık arz ediyor. Zîrâ şükür ve teşekkürü sürekli hâle getirmek insanın yaşam kalitesini artırıyor.
Şükür ve teşekkür öncelikle Rabbimize.
Bizlere eşsiz nimetler bahşeden Yüce Allah’a itaatimiz şükrün başlangıcıdır. Yapılan ibâdetler, Rabbimize karşı şükrü pekiştiren en nâdide eylemlerimizdir. Sevgili Peygamberimizin geceleri kalkarak huşu içinde uzunca bir süre kıyama durmasına, gözyaşları içinde secdeye kapanarak namaz kılmasına gıpta eden değerli eşi Hz. Aişe’nin sorusuna: “Allah’a şükreden bir kul olmayayım mı Ya Aişe?” diyerek verdiği cevabı bunun kanıtı değil midir? (Müslim, Sıfâtü’l-münâfikîn, 81; İbn Hıbban, Sahih, II, 36.)
Sehl b. Abdullah’ın “Şükür açıkta ve gizlide Allah’a itaat ve günahlardan kaçınma konusunda elden gelen gayreti sarf etmektir.” diyerek insana samimi şükrü öğretmesi de bizi yaratılanların en şereflisi olarak yaratan Cenabı Allah’a şükrümüzün bir ifâdesidir.
Bir sonraki adımda ödevimiz anne babaya teşekkürdür. Allah Teâlâ, dünyaya gelmemize vesile olan anne ve babamıza minnet derecesinde bir teşekkürü emreder. (Lokman, 31/14). Sonra hayatı paylaştığımız eşimiz, dünya nimetlerinin içinde Rabbimizin en kıymetli emâneti olan çocuklarımız ve sevincimize ortak, acımıza yâren dost ve akrabalarımız gelir teşekkürü hak edenler arasında.
Sevgili Peygamberimiz “İnsanlara teşekkür etmeyen Allah’a da şükretmez.” (Tirmizi, Birr, 35.) buyururken insanlara teşekkürü ihmal edenlerin, Rablerine karşı göstermeleri gereken şükrü de ihmal edeceklerine dikkatlerimizi çeker. Ve böylece teşekkür etmenin Müslüman için ahlâki bir duruş olduğunu vurgular.
İnsanlara teşekkürün ilki sözlü olarak “Teşekkür ederim, Allah râzı olsun...” demek ya da lisân-ı hâl (jest ve mimikleri) ile bunu belli etmek,
İkincisi yapılan iyiliğe aynısıyla ya da daha güzeliyle mukâbele etmek,
Üçüncüsü ise bunları doğrudan yapamadığımız durumlarda, bize iyiliği dokunana duâ etmektir.
Teşekkür vefâdır aynı zamanda. Vefâlı olmaktır. Bir gün kötülük görsek bile önceden yapılan iyiliği unutmamaktır. Verilen nimete malik iken de elinden gidince de şükür hâlinde olmaktır. Allah’ın şükredenlere nimetini arttıracağını (İbrâhîm 14/7) unutmamaktır.
Eksiklere, kusurlara takılıp kalmamayı, hayata pozitif yönden bakmayı öğrenmektir. Yalnız olmadığını hissetmektir:
Ey insan! Bu geçici dünyada bazı sıkıntılara dûçar olmuş olabilirsin. Karşılaştığın zorluk, sıkıntı ve haksızlıklar sebebiyle kendini mağdur ve mahrum hissederek ümitsizliğe kapılma! Bu dünyada sayısız ikramlarla ağırlandığını, eşsiz lütuflarla ödüllendirildiğini unutma! Tabiatı seyret, güneşi fark et, toprakla irtibatını artır. Tüm bunların senin hizmetine verildiğine dâir tefekkürünü de eksik etme. Zîrâ sen Rabbinin yarattığı özel bir varlık, kâinatın göz bebeğisin.
Ve... “Mü”minin hâli ne hoştur! Her hâli kendisi için hayırlıdır ve bu durum yalnız mümine mahsustur. Başına güzel bir iş geldiğinde şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir sıkıntı geldiğinde ise sabreder; bu da onun için hayır olur.” (Müslim, Zühd, 64.) buyuran Hz. Peygamber’in mesajını zihnine yerleştir.
Her dâim iyilik sahiplerine teşekkürü, her şeyin Sâhibine de şükrü ihmal etmeyenlerden olabilmek niyâzıyla…
Selâm ve duâ ile…