SU UZAKTA!

İyi niyetten yoksun din düşmanı biri İmâm-ı Rabbâni’yi talebeleriyle bir yemeğe dâvet eder. Dâvete icâbet sünnet düsturuyla imam ve talebeleri katılırlar dâvete. Sofrada zehirli bir kuzu çevirmesi vardır. İmâm-ı Rabbâni ev sahibinin yanında:

▬ Çocuklar ellerimizi yıkayarak Kâinatın Efendisinin sünnetini yaptıktan sonra sofraya öyle oturalım.” der. Ev sahibi:

▬ Efendi! Su çok uzakta! Zahmet etmeseniz!” der ama İmâm-ı Rabbâni:

▬ Fark etmez efendi! Biz yine de sünneti terk etmeyelim.” der. Ellerini yıkamaya gidip gelince bakarlar ki etten yiyen bir köpek zehirlenerek hayatını kaybetmiş ve cansız bir şekilde yerde yatmaktadır. İmâm-ı Rabbâni talebelerine döner ve der ki:

▬ Çocuklar! Resulullah’ın bir tek sünneti ile canımızı kurtardık. Bütün sünnetlerini işlesek demek ki dünyayı kurtarırdık... Evlâtlarım! Sünnet-i seniyyeler hem dünya hayatımızı hem de âhiret hayatımızı kurtarır.” der ve sünneti küçümseyen, hayatından Rasulullah’ın örnekliğini çıkarmak için uğraşan aklı evvellere ve anlamak isteyenlere güzel bir ders verir.

 “Sünnete riâyette usûl, onu dış şekline yüzde yüz bağlı kalarak içi ve murâdıyla benimsemek ve murâdın tam gerçekleşip de şekilde bazı farklar olabileceği yerlerde hududu korumayı bilmektir. Diş temizliği ve duş altında gusül buna misal… Yoksa tatbiklerin kabuk tarafında kalıp cevherine ulaşamamak, hiçbir netice elde edememeye varır.” diyen üstad Necip Fâzıl’ın sözleriyle asıl meseleye başlayalım.

Din, özü itibariyle ihlâs ve samimiyetten ibârettir. Dolayısıyla samîmiyetin olmadığı yerde dinden veya dindarlıktan söz edilemez. Kutlu Nebî (s.a.v.) dinin samîmiyetten ibâret olduğunu, “Din, samîmiyettir.” sözüyle ifâde etmiş, bununla neyi kastettiğini daha açık bir şekilde anlatması için, “Kime karşı?” diye sorulduğunda ise samîmiyetin, “Allah’a, Kitabı’na, Resûlü’ne, Müslümanların idarecilerine ve bütün Müslümanlara” gösterilmesi gerektiğini belirtmiştir. Üstelik çeşitli vesilelerle aldığı biâtlerde kendisine bağlılık yemini edenlerden, “Bütün Müslümanlara içtenlikle ve samîmi davranmaya” söz vermelerini istemiştir. (hadislerleislam)

“Çok güzel sesi var, hele bir Kur’an okusun, insan kendinden geçiyor.” Seni hayran bırakan sesin güzelliği mi, mânânın ifâde ettiği mi? Seni kendinden geçiren nağmeler mi, hükümleri mi? Seni etkileyen mûsiki mi, mesaj mı?

“Ne zaman anarsam seni kararım kalmaz Allah’ım!

Senden gayrı gözüm yaşı kimseler silmez Allah’ım!” Münâdi güzel sesiyle yukarıdaki dizeleri seslendiriyor. Sizi de bir düşünce alıyor.

▬ Allah Allah! Kararı kalmasa sesi bu kadar gür çıkmazdı herhalde” diye geçiyorsunuz içinizden. Salon dolu, hatip etkileyici. Öyle güzel anlatıyor ki, kendinizi asr-ı saadette zannediyorsunuz. Takvadan bahsediliyor, diğergâmlıktan ve zühtten. Ne güzel insan! Örnek şahsiyet diye düşünüyorsunuz. Aaaa bir de ne göresiniz… Söylemle eylem, birbirinin tam tersi…

▬ Hocam bu kadar okuyoruz, anlatıyoruz; salonlar dolu, televizyon, radyo ve iletişim araçları akşama kadar dini meselelerin konuşulduğu programlarla dolu, neden etkimiz sınırlı oluyor?” sorusunun cevabını yukarıdaki satırlarda aramamız gerektiği kanaatindeyim. Elbette biz seferle sorumluyuz, zafer Allah’ın takdiriyledir. Ancak sefer esnasında kullandığımız araçlar Allah’ın rızâsına uygun olmalı değil mi? Yâni “Meşrû yola, gayr-i meşru vasıtalarla gidilir mi?” “İhlas” kitapların sayfalarında kaybolan bir kavram olmamalı. Güzel sesiyle;

“Cemâlinle ferahnâk et ki yandım yâ Resulallah” diyerek kaside okuyanımız yanmadan söylüyorsa bu bir vebâldir. Asr-ı saadetin güzellikleriyle dinleyenlerin göz yaşı dökmesine vesile olan hatibimiz, asr-ı saadetten fersah fersah uzak yaşıyorsa bu bir vebâldir. Kitabı, sünneti konuştuğumuz mekân ve mekânın sâhipleri, halleriyle kitabı ve sünneti istihfaf ediyorsa bu bir vebâldir. Rabbimizin katında kıymetli olan, güzel ses, kuvvetli nefes, etkili hitâbet değil; ihlaslı gönül, salih amel ve güzel ahlaktır. (Bizi Kim Beğenecek)

Peygamber Efendimizin, “Sen bendensin, ben de senden!” diyerek övdüğü sahâbî Ebû Ümâme el-Bâhilî’nin anlattığına göre, bir adam Peygamberimize gelerek, “Şöhret ve kazanç (ganimet) elde etmek için savaşan kimse hakkında ne dersin?” diye sorar. Resûlullah (sav), “Onun için hiçbir şey yoktur.” buyurur. Adam sorusunu üç defâ tekrarlar. Allah Resûlü de her defâsında, “Onun için hiçbir şey yoktur.” buyurarak böyle bir adamın mükâfat elde edemeyeceğini belirtir ve ardından da: “Allah, ancak samîmiyetle sadece kendisi için ve rızâsı gözetilerek yapılan ameli kabul eder.” kelimeleriyle sözünü tamamlar.

İnsanda huzur yoksa, kalbinde kusur vardır;

Çünkü Hakk’a ibâdet, samimiyet kadardır.” der  Cengiz Numanoğlu.

Peygamber Efendimizin ifâdesinden de anlaşılacağı üzere, “İş, davranış ve ibâdetleri gösteriş ve çıkar kaygılarından arındırıp sadece Allah için yapmak” mânâsına gelen ihlâs, Kur’an’da peygamberlerin başlıca nitelikleri arasında sayılmış ve âyetlerde ihlâslı kimselerden övgüyle söz edilmiştir. Sözlükte, saf, katışıksız, arı ve duru olmak gibi anlamları öne çıkan “ihlâs” kavramı bâzı âyetlerde, “muhlisîne lehü’d-dîn” yâni “dini yalnızca Allah’a has kılmak” şeklinde ifâde edilmiş ve bununla inancın, kulluğun ve itaatin, âlemlerin Rabbi olan Allâh’a özgü kılınması gerektiği vurgulanmıştır. Bu anlamıyla ihlâs, inançta samîmi olmak, yâni kullukta Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamaktır. Çünkü her kim Rabbine kavuşmayı arzu ediyorsa iyi iş yapmalı ve Rabbine kullukta O’na hiçbir şeyi ortak koşmamalıdır. (hadislerleislam)

            Yine Cengiz Numanoğlu şiiriyle tamamlayalım der ki:

            “Ya Allah’a baş eğer, hiç kimseye eğmezsin;

            Ya herkese baş eğer, hiç bir şeye değmezsin.” Vesselam...

HÂSIL-I KELÂM! “Yol Elif İse, Yön Bellidir... Herkes Kendi Tercihiyle, Kendi Hayatını Yaşar...”

            Selâm ve duâ ile…