RIZIK YİYEN RIZIK VEREMEZ...!!!

Rızıkla ilgili Rabbimiz; “Görmezler mi ki Allah rızkı dilediğine bol veriyor, dilediğininkini de kısıyor? Kuşkusuz bunda iman eden kimseler için ibretler vardır.” (30/37) buyurmaktadır. Sıkıntılı günler yaşadığımız şu günlerde Belh’in meşhur velisi Hâtim-i Esam’ın hikâyesi nasıl olmamız gerektiğini ne güzel anlatmakta. Hâtim hacca gidecektir. Hanımına:

Hanım, gelinceye kadar sana ne kadar nafaka bırakayım?” der. Tevekkül ve teslimiyet timsâli hanımın cevabı ibretlidir. Der ki eşine:

Ne kadar yaşayacaksam o kadar bırak!”

Hanım senin ne kadar yaşayacağını ben ne bileyim?”

Öyle ise, benim nafakamı ne kadar yaşayacağımı bilene bırak. O beni şimdiye kadar hiç nafakasız bırakmadı, şimdiden sonra da bırakmaz. Sen harçlığını yanında tut, gurbette sana lazım olabilir!” der. Esam yola çıktıktan sonra mahalle hanımları ziyârete gelirler.

Allah kavuştursun beyiniz hacca gitti!” derler.  Hemen arkasından da mahalli dille sormadan edemezler:

Beyin sana ne kadar rızık bıraktı gelinceye kadar?” Hâtim’in Hanımı:

Benim beyim, rızık veren değil rızık yiyendir. Rızık yiyen, rızık veremez. Ben rızkımı hep rızık verenden beklemişim şimdiye kadar. O beni hiç rızıksız bırakmamış, yine bırakmayacağına inanıyorum.” dediğinde; Hanımlar bu cevaptan pek memnun olmazlar, dudaklarını büker aleyhte konuşarak giderler…

Aradan çok geçmez Hatim’in evinin kapısında at kişnemeleri duyulur. Hacıları uğurlamaktan dönen Bağdat halifesi su içmek için uğramıştır. Hanım bir testi su ile bardak uzatır. Soğuk suyu kana kana içen halife yanındaki vezirine:

İçtiğimiz suyun bedelini bize yakışan şekilde öde!” der. Toprak çanağın içini altınla dolduran vezir, bardağı kapının yanına bırakırken söylenir:

Allah’a emânet olun bacım, soğuk suyunu içtik, hakkını helal et…” Kâfile uzaklaşırken Hâtim’in hanımı bardağın içinde beyi hacdan dönünceye kadar yetip de artacak miktarda para bırakıldığını gördüğünde seccadesine yönelip şükür secdesine kapanır ve:

Rabb’im! Çocukken anam babamın eliyle gönderiyordun rızkımı. Evlenince eşimle göndermeye başladın rızkımı… Şimdi ise beyim hacca gitti, bu defâ da halifeyle gönderiyorsun rızkımı. Beni hayatım boyunca hiç rızıksız bırakmadın. Ben seni hep böyle bildim. Bu yüzden tevekkül ve teslimiyetim hiç azalmadı, hep arttı.” diye gözyaşı döker. İşte Rezzâk -ı Âlem olan Cenab-ı Hak’ka teslimiyet budur.

Kendisi kazanıp insanları zorda bırakanlar; Allah Elçisi, “İnsanlara satmak üzere mal getiren rızıklandırılır, malını stoklayıp karaborsaya düşüren ise lânetlenir.” buyruğu bu önemli görevi yerine getirenlerin hem maddî hem de mânevî açıdan kazançlı olacaklarını, aksi davranış sergileyenlerin ise maddî açıdan kazançlı çıkmış gibi görünseler de mânevî açıdan ziyana uğrayacaklarını haber vermektedir. Aslında ticâretle uğraşan kişinin sürekli kâr sağlamak için çalışması da normal bir davranış olarak görülmelidir. Ancak çok kazanmayı tek hedef hâline getirmek ve kârına kâr katabilmek için haksız kazanç yollarına başvurmak topluma zarar vereceği için normal bir insanî tavır olarak görülemez. Zîrâ karaborsadan para kazanmayı amaçlayan insanlar, toplumda hile ve nefretin yaygınlaşmasına yol açarlar. Hâlbuki toplumun dirliği ve düzeni bireylerin karşılıklı ilişkilerindeki sıcaklığa ve dürüstlüğe bağlıdır. Toplumun en temel ihtiyaçlarını piyasaya sunarken sadece kendi çıkarı açısından en uygun zaman ve fiyatı kollayan, insanların zorunluluklarını istismar ederek fazla kazanmayı amaçlayan kimselerin topluma hiçbir faydasının olmayacağı açıktır. İnsanları bu tür ahlâk dışı davranışlara sevk eden en temel faktör, onlardaki durmak ve doymak bilmeyen, ölçü ve sınır tanımayan kazanma hırsıdır. Bu hırs dizginlenmediği müddetçe kişinin ahlâkî zafiyetlerin pençesinden kurtulması ve her işinde olduğu gibi ticaret yaparken de karaborsacılık gibi gayri meşru yollardan uzak kalması mümkün değildir. Hasan Basri’nin “Kur’ân’ın iki kapağı arasındakileri okudum. 90 yerde Allah’ın rızka kefil olduğunu gördüm. Sadece bir yerde ise şeytanın insanı fakirlikle korkutacağını gördüm. Ve insanın, Rabbinin 90 yerdeki vâdini unutup şeytanın sadece bir yerdeki yalanına kandığını da gördüm.” Sözü halimizi ne güzel ifade etmektedir.

Bütün üzüntüler, dertler, sıkıntılar, hepsi bu dünyada kalacak, âhirete gitmeyecektir; ama sevgi, muhabbet bu dünyadan bizimle berâber âhirete gidecektir. İki zıt şey bir arada bulunmaz, yan yana gelmez. Dünyayla âhiret birbirinin zıddıdır. Bu yüzden, neyi tercih ettiğimize, neyi sevdiğimize çok dikkat etmeliyiz.

Peygamber efendimiz şöyle buyurmaktadır: “Ey insanlar! Allah’tan sakının ve rızkınızı güzel yoldan isteyin. Hiç kimse Allah’ın kendisine takdir ettiği rızkı elde etmeden ölmeyecektir. Öyleyse Allah’tan sakının ve rızkınızı güzel yoldan isteyin. Helal olanı alın, haram olanı terk edin!” Haram lokmanın fıtrat ve maneviyatımızı bozacağını, bizleri Rabbimizin rızasından uzaklaştıracağını unutmayalım. 

Hâsılı, mü’mine düşen, öncelikle elindeki nimetin farkında olmak, aldığı nefesin bile bir nimet olduğunu idrak etmek, nimetleri kendisine bahşedene teşekkür etmek ve nimeti sahibinin razı olacağı şekilde kullanmaktır. Nimet zekâysa onu olumlu yönde değerlendirebilmek, enerjiyse hayırlı yolda koşturarak harcayabilmek, paraysa zekâtını verip geriye kalanıyla kendine ve çevresine harcayarak âhiretine yatırım yapabilmek, bu dünyada ne kadar nimete sahip olursa olsun âhirete bunlarla işlediği salih amellerinden başka bir şey götüremeyeceğini bilerek paylaşımda bulunabilmektir. Zira başkalarına yardım etmek kişinin malını eksiltmez, daha da artırır. Hz. Peygamber Allah’ın, kullarına: “Ey âdemoğlu! İnfak et ki, ben de sana infak edeyim.” Buyurduğunu haber vermektedir.

 Cenâb-ı Hak cümlemize bütün dünyevî nimetler için hikâyedeki gibi bir teslimiyet nasip eylesin.

Selâm ve duâ ile…