MUSÎBET!

Komutanlardan biri sefer dönüşü yanında arkadaşıyla birlikte Hâlife Hz. Ömer’in huzuruna çıkar. Hz. Ömer:

▬ Bu kim?” diye sorar. Komutan anlatır Halifeye:

▬ Efendim, bu benim sağ kolumdur. Hangi görevi verdimse başarı ile tamamladı. En gizli haberleri yerine ulaştırdı. Bâzen bir orduya bedel hizmet gördü. Zaferlerimi onun sayesinde kazandım diyebilirim.” der Hz. Ömer’e, öve öve yanındaki adamını anlatır. Aradan zaman geçer aynı komutan halifenin huzuruna yeniden çıkar. Ama mağlup bir komutan olarak. Halife sorar:

▬ Komutan, hani sağ kolun nerede?” der. Komutan:                                                                 

▬ Sormayın ya Ömer, ihânet etti beni sattı ve düşman tarafına geçti.” der. Hz. Ömer, bu defâ:

▬ Sana, Allah’tan cc﴿, başka hiç kimseye dayanmamak gerektiğini geçen sefer söyleyecektim ama vazgeçtim. Çünkü; “Bir musibet bin nasîhatten yeğdir” diye düşündüm” der.

İnsanlık tarihine bakıldığı zaman, başta peygamberler olmak üzere toplumlarını dönüştürmek, ahlâkî erdemleri hâkim kılmak isteyen sâlih insanların ciddi tepkilerle karşılaştıkları ve bu yüzden büyük sıkıntı ve zorluklar yaşadıkları görülür. Allah Resûlü, sıkıntıyla karşılaşan mü’minlere moral vermek için, “Müslümanlar benim başıma gelen mûsibetlere baksınlar da kendi mûsibetleri karşısında güçlü olsunlar.” buyurmuştur.

Sıkıntılara göğüs germeyip sadece nîmetlere tâlip olan insanları Cenâb-ı Hak uyarmakta ve başlarına iyi/hayırlı bir şey geldiğinde gönlü hoş olan, bir sıkıntı gelince de gerisin geri küfre dönüveren bu insanları, kendisine çıkar için kulluk eden kişiler olarak nitelendirerek bunların dünyada ve âhirette hüsrâna uğrayacaklarını bildirmektedir.

İnsan, yaratılışı gereği sevinci, hüznü, neşeyi, kederi birlikte yaşayan bir varlıktır. Hayatı boyunca sevincine vesile olan birçok olayla karşılaştığı gibi üzülmesine yol açacak olaylarla da yüz yüze kalır. Çünkü o, yaşadığı dünyayı îmar etmek, insanlığı ihyâ etmek ve âhiretini mâmur etmekle yükümlüdür. Başına gelebilecek tehlikelere karşı elinden gelen bütün tedbirleri aldıktan sonra kaçınılmaz felâketlere maruz kalırsa önce sabır, sonra azim ve irâde ile hareket etmelidir. Sevgili Peygamberimiz, mü’minle kâfirin mukayesesini yaptığı bir hadisinde, belâlar karşısında mü’mini, rüzgârda eğilse bile sökülmeyen yeşil ekine, kâfiri ise şiddetli bir rüzgâr karşısında kırılan ya da kökünden devrilen bir ağaca benzetmiştir.

Mü’min elde ettiği başarıların da karşılaştığı sıkıntı ve felâketlerin de içinde bulunduğu dünyada, imtihânın bir parçası olduğunun farkında olmalıdır. Yüce Allah bir âyet-i kerimede bu hususu şöyle açıklar: “İnsana bir zarar dokunduğu zaman bize yalvarır. Sonra, kendisine tarafımızdan bir nimet verdiğimiz vakit, “Bu bana ancak bilgimden dolayı verilmiştir.” der. Hayır o, bir imtihandır, fakat çokları bilmezler.” Sıkıntıya ve külfete katlanmadan nimete erişilemeyeceğini de Yüce Allah: “(Ey mü’minler!) Yoksa siz, sizden öncekilerin başına gelenler sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokunmuş ve onlar öyle sarsılmışlardı ki sonunda Peygamber ve beraberindeki müminler, “Allah’ın yardımı ne zaman (gelecek)!” dediler. Bilesiniz ki Allah’ın yardımı yakındır.” böyle açıklamaktadır.

İnsanın başına gelen musîbetler hiçbir zaman arzu edilen şeyler değildir. Onun için Peygamber Efendimiz, keder ve sıkıntılarla karşılaşmamak için Allah’a duâ etmiştir. O’nun (s.a.v.) bir duâsı şöyledir: “Allah’ım! Gam ve kederden, tembellik ve cimrilikten, korkaklıktan, borca batmaktan ve halkın taşkınlığından sana sığınırım.” Sevgili Peygamberimiz, insanın başına gelebilecek en büyük imtihanlardan olan ölümü temenni etmeyi de hoş görmemiş ve: “Hiçbiriniz başına gelen bir sıkıntıdan dolayı ölümü istemesin. Eğer mutlaka isteyecekse, “Allah’ım, yaşamak benim için hayırlı olduğu sürece beni yaşat, ölüm benim için hayırlıysa canımı al!” desin.” buyurmuştur.

Mü’minin niyetini her zaman ön planda tutan ve amellerin onunla değer ve anlam kazanacağını belirten Allah Resûlü mâruz kaldıkları sıkıntı ve musîbetler yüzünden görevlerini yerine getiremeyen Müslümanları da şu müjdeyle teselli etmiştir: “Bir kul salih amel işlemeye devam ederken, hastalık veya yolculuk gibi bir engel onu bundan alıkoyarsa, sağlıklı ve mûkim iken işlediği sâlih amel gibi kendisine sevap yazılır.” (Hadislerleislam)

Bu sebepledir ki ârifler dertten, belâdan şikâyet değil, daha fazlasını isterler. Fuzûlî şöyle duâ eder:

“Az eyleme inâyetini ehl-i dertten,

Yâni ki; çok belâlara kıl mübtelâ beni!” Başka bir şâir de:

“Yârin cefâsı; cümle safâdır, cefâ değil,

Yâri cefâ eder diyen ehl-i vefâ değil!” der.

Gerçekte kişinin en yakın dostları, en belâlı düşmanlarıdır. Neden? Çünkü dostlar tatlı dilleriyle seni oyalar Hak ve hakîkatten uzaklaştırır. Sâdi Şîrâzi: “Dostların konuşmalarından âzap çekerim. Çünkü onlar çirkin huylarımı güzel gösterirler, kusurumu hüner ve olgunluk sanırlar, dikenimi gül ve yâsemin yaparlar. Nerede o pervâsız, küstah düşmanlar ki, bana benim ayıbımı, kusurumu gösterirler, hatalarımı çekinmeden yüzüme söylerler.”  der.

“Ey düşmanım, sen benim ifâdem ve hızımsın;

Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lâzımsın!..” der Necip Fâzıl.

“Bir musîbet bin nasihattan evlâdır!” ata sözü de hakîkatin taâ kendisidir. Tecrübe etmeyen, yaşamayan işin iç yüzünü tam kavrayamaz. Hayat tecrübedir. Yanıla, yanıla, hata ede ede gerçeğe ulaşılır. İlerleme yolunda çıraklık, kalfalık, ustalık birer basamaklardır. Kolaylığa ulaşmanın yolu zorluktan geçer. “Gerçekten her güçlükle berâber bir kolaylık vardır.” (İnşirah, 5)

Söylediklerimizden; kötülüğü, kötüleri, çirkinliği, zorluğu, dertleri, musîbetleri sakın iyi ve güzel gördüğümüz anlaşılmasın. Vermek istediğimiz mesaj; bunların hayatın ayrılmaz gerçekleri olduğunu bilmek, şikâyet yerine bunlardan ders almak, istifâde etmektir.

Beşer korku ve ümit arasında hayatı yaşar, kazanma ümîdi, kaybetme korkusu bu yaşamı anlamlı kılar. İnsan hayatı düz bir çizgide ilerlemez. “Sizi güçsüz olarak yaratan, sonra güçsüzlüğün ardından bir kuvvet veren, sonra kuvvetin ardından tekrar güçsüzlük ve ihtiyarlık veren Allah’tır. O dilediğini yaratır.” (Rûm, 54)

Yaşamın inişli-çıkışlı olması hayatımızın dinamik olmasını sağlar. Zıtların ve zıtlıkların olmadığı bir hayat zevksiz, heyecansız, ruhsuz bir hayattır.

Hayatı anlamlı kılan; yaratılan her şeyin bir anlamı olduğunu görmek ve her şeyden yararlanarak yararlı bir kul hâline gelmektir. Sâdi Şirâzi; “Kimsenin senin yanında görünmesine güvenme. Karşına geçmesi için bir adım, düşman olması için bir lafın yeter.” der vesselam...

            HÂSIL-I KELÂM! “Herkes Kendi Tercihiyle, Kendi Hayatını Yaşar. . .”

            Selâm ve duâ ile…