Ama kurâbiyeye elini her uzattığında adam da uzatır elini. Sonunda pakette tek bir kurabiye kaldığında; “Bakalım şimdi ne yapacak?” der kendi kendine.
Adam yüzünde asâbi bir gülümsemeyle uzanır son kurâbiyeye ve böler kurâbiyeyi ikiye. Yarısını ağzına atarken diğer yarısını kadına uzatır.
Kadın kapar gibi alır kurâbiyeyi adamın elinden. İçinden de adamın ne kadar kaba ve medeniyetsiz ve çağ dışı biri olduğunu geçirir.
Uçağın kalkacağı anons edilince bir iç çeker ve eşyâlarını toplar biner uçağa. Koltuğa oturur ve elini çantasına uzatır kadın.
Çantasının içinde bir paket kurâbiye durmaktadır. Çâresizlik ve utanç içinde kendi kendine:
▬ Bunlar benim kurâbiyelerim ise adam kurâbiyelerini benimle paylaştı o zaman. Ve benden müsâade almadan kurâbiyemi yediği için hep adama kızdım.” der. Özür dilemek için geç kaldığını ve asıl kurâbiye hırsızının kendisi olduğunu anlar ama iş işten geçmiştir.
Günlük hayatımızda bunu sadece yabancılara değil, en yakınlarımız olan eşimiz ve çocuklarımıza da küçük veya büyük farklı şekillerde hepimiz yapıyoruz.
Mâalesef algının gerçeğin önüne geçtiği bir dünyada yaşıyoruz. İnsanların kanâatlerini özellikle sosyal medya üzerinden oluşturulan algılar belirliyor. Sizinle ilgili oluşan algıyı değiştirmek günümüzün en önemli zorluklarından biridir. Albert Einstein; “Ne kadar hazin bir çağda yaşıyoruz bir önyargıyı ortadan kaldırmak atomu parçalamaktan daha güç.” der. Mensûbu olduğumuz teşkîlatımız da bu önyargı probleminden fazlasıyla nasîbini alıyor. Rufus Choate; “Hayatı boyunca okuduğu tek kitabı dünyada yazılmış tek kitap zannedenlerden korktuğum kadar hiçbir şeyden korkmadım.” der. “Bilmem ne kadar lira maaş alan imamlar!” - “En fazla bütçeye sahip devlet kurumu!” - “Her Cuma günü cami önlerinde toplanan milyarlar!” - “Fâize helâl ve câiz diyen Diyanet!” - “Kurslarda kötü muâmele gören çocuklar!” vs. Öyle bir kesim var ki, ne anlatırsanız anlatın, ne yaparsanız yapın yukarıdaki klişe cümleler ya da benzerleriyle size karşılık veriyorlar. Konuşmanız, söylenenlerin doğru olmadığını ispat etmeye çalışmanız anlamsız kalıyor. Hâlbuki; “Ellerim çiçek kokuyor diye beni çiçek koparmakla suçladılar. Fakat kimse çiçek dikmiş olabileceğimi düşünmedi..” denildiği gibi hareket etmesi gerekmez miydi îmanlı gönüllerin? Ülkemizin hemen her köşesinde, hatta dünyanın pek çok noktasında teşkîlatımız mensupları tarafından yürütülen/öncülük edilen hizmetler gerçekten her türlü takdîri hak ediyor. Elbette takdir yalnızca âlemlerin Rabbi katından olursa ebedi saâdete vesîle olur. Elbette bütün bu hizmetlerde sâdece O’nun rızâsını/hoşnutluğunu hedefleyerek gayret etmek gerekir. Ancak daha çok insanı rahmetle buluşturmak, Efendimizle (s.a.v.) tanıştırmak da dünyadaki en büyük hedeflerimizdendir. Bu hedefe ulaşabilmek için de yanlış algıları düzeltmek, önyargıları yıkmak gerekir. Şimdi birebir iletişim zamânıdır. Selâmı yayma zamanıdır. Efendimiz (s.a.v.)’ın tavsiyesini aşkla hayata geçirme zamanıdır. “Yaptığınız takdirde birbirimizi sevmenize vesile olacak şeyi söyleyeyim mi? Selâmı yayınız.” buyurmamış mıydı? Selâm ve sevgi dili güçlenip yayıldıkça, olumsuz algılar değişecek, önyargılar yıkılacak inşallah. (Bizi Kim Beğenecek)
Toplum olarak en büyük yanlışımız; önyargı ve duygularımızın bizi besliyor olmasıdır. Araştırma, analiz etme, mukâyese ve muhâkeme etme ve neticede “anlama” gibi zihni melekelerimizin engellenmiş olmasıdır. Hamâsetten bilgi seviyesine gelememiş olmamızdandır. Bu ve buna benzer yanlışlarımız, hatalarımız ve eksikliklerimiz bir değirmenin taşları gibi arasına alıp öğütüyor bizi… Ne yazık ki bunun da farkında değiliz…
Ön yargılarımızı kırabilmek için, konuşarak anlaşabileceğimizi, birbirimize yakınlaşabileceğimizi;
Bir kişinin sergilediği tutum ve davranışın bütün topluma mâl edilemeyeceği gibi, bir toplumun davranışı da her kişiye mâl edilemeyeceğini;
Farklılıklarımızdan ziyâde ortak noktalarımıza, birlerimize odaklanmamız gerektiğini;
Lisân-ı hâl’in lisân-ı kâl’den daha önemli olduğunu;
Hepimizin eşref-i mahlûk “yaratılmışların en şereflisi” olduğumuzu… Unutmayalım…
Doğan Cüceloğlu ise güzel bir benzetme ile; “Önyargı; arı soktu diye bal yememektir.” derken; Mevlânâ: “Eli görmeyen kişi yazıyı kalem yazdı sanır. Allah’ın kudretini görmeyen kişi, meyveyi ağaç yaptı sanır.” diye noktayı koyar.
“Ön yargı; hayata kirli bir camdan bakıp, her şeyi kirli bilmektir...” vesselam...
HÂSIL-I KELÂM! “Yol Elif İse, Yön Bellidir... Herkes Kendi Tercihiyle, Kendi Hayatını Yaşar...”
Selâm ve duâ ile…