HÂSE ANA?

Diyanet İşleri Başkan Yardımcımız Sayın Burhan İşliyen Hoca Efendi; 2014 Yılı haccında Medine-i Münevvere’de irşat koordinatörü olarak görev yaparken bir gün Ravza-i Mutahhara’yı ziyâret eden Türk hacı hanımlara rehberlik etmekle görevli olan hacı hanımlar bir peçeteye sardıkları küçük kâğıt parçalarına yazılı notlar getirir.

Ravzayı ziyâret eden hacı hanımlar dilek ve isteklerini kağıtlara yazarak bırakırlar. Hanımların çok ilginç istek ve arzuları vardır. Oğluna iş, kızına nasip arayanlar, akıllı cep telefonu siparişi verenler vs. vs.… Hocamızın küçük kağıtlarda bir not fazlasıyla ilgisini çeker. Not kağıdında:

Ben haccımı yapıp memlekete dönmeden Hâse anam ölsün!’’ yazmaktadır. Acaba Hase ana dediği kimdir? Ne yaşandı aralarında ki, ömrünün en müstesna zaman ve mekânında bile ona bedduâ eden bu hacı hanımın sorusu zihnine takılır. Daha sonra Diyarbakır İl Müftüsü olarak görev yaparken bu anektodu arkadaşlarıyla paylaşır. Orada bulunan arkadaşlarından biri:

Hocam! Hâse ana, Kürtçede “kaynana’’ anlamına gelir.” der. Ve Hoca Efendinin kafasında taşlar yerine oturur. Her fırsat ve her ortamda âile’yi konuşuyoruz. Ne kadara acı ki, âilelerimizde yaşadığımız problemleri o mübârek topraklara kadar taşıdığımız olabiliyor belli ki… İyi “kaynana” olmazsa annelerimiz, Ravza-i Mutahhara’da bile şikâyete-bedduâya konu olabiliyorlar… İyi “gelin” olmazsa hanımefendiler kinlerini, kin ve öfkeyi kaldırmak hayatının en büyük hedeflerinden olan rahmet Peygamberinin yanı başında bile atamıyorlar yüreklerinden. O zaman kin ve nefretten yüreklerimizi arındıracak; düşmanlıkları dostluğa çevirecek ve âyet-i kerimenin muktezâsı ile amel etmeyi bizlere nasip etmesini Rabbimizden niyâz ederek devam edelim: “İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel olan davranışla sav; o zaman bir de göreceksin ki seninle arasında düşmanlık bulunan kimse kesinlikle sıcacık bir dost oluvermiş!” (Fussilet, 34) (Bizi Kim Beğenecek)

            Zemahşerî, kötülüğün en güzel davranışla savılmasını şöyle açıklar: “Biri sana kötülük ettiğinde onu affetmen bir iyiliktir; ama bundan da iyi olanı, onun sana yaptığı kötülüğe iyilikle karşılık vermendir... Eğer bunu yaparsan amansız düşmanın sıcak bir dost hâline gelir.” Âyette bir bakıma şöyle buyurulmuş olmaktadır: “Ey Muhammed! Sana yakışan davranış iyilik, onlara yakışan da kötülüktür. İyilikle kötülük bir olmaz; yâni eğer sen iyilik yaparsan dünyada saygınlığı, âhirette de sevâbı hak edersin; onlar da (kötülükleri sebebiyle) bunun tersini hak ederler. Şu halde onların kötülüklere yönelmeleri senin iyiliği sürdürmene engel olmamalıdır... Onların barbarca ve câhilce hareketlerini bütün tutumların en güzeliyle savmaya bak; eğer onların kötü huylarına karşı sabrını ısrarla sürdürür, terbiyesizliklerine öfkeyle, verdikleri zararlara ezâ ve cefâ ile karşılık vermezsen bir gün gelir onlar da kendi kötü huylarından dolayı utanır, o çirkin davranışlarını da artık terk ederler.” (Kur’an Yolu Tefsiri ).

            Konuyu bitirme açısından Feridüddin Attar’ın anlattığı şu hikâye de gerçekten ibret vericidir. Vaktiyle câmiye hizmet eden talebelerden biri, hocasına:

▬ Hocam, zât-ı âlîlerinize elimden geldiği kadar hizmet etmeye, teveccüh ve muhabbetlerinizi kazanmaya gayret ediyorum. Fakat câmi ve cemaatimizdeki bâzı kardeşlerimiz farklı karakterdeler. Onların davranış ve sözleri beni çok rahatsız ediyor. Bu şeklide birçok kardeşimiz de bunların bâzılarından rahatsız oluyor. Bu sebeple câmiden ve cemaat ortamından ayrılmayı düşünüyoruz. Müsâade buyurursanız, dışarıdan sizlere, câmiye ve cemaate hizmete devam etmek istiyoruz.” der. Bunu üzerine Hoca Efendi:

Evlâdım, öyleyse beni iyi dinle! Soğuk bir kış sabahını düşün. Her taraf buz kesiyor. Hayvanlar soğuktan telef olmamak için birbirlerine kenetlenerek sarılıyorlar. Bir kirpi sürüsü de, donmamak için birbirlerine yaklaşır. Az sonra, okları birbirlerine batınca birbirinden ayrılırlar. Üşüyünce, birbirlerine tekrar yaklaşırlar. Oklar rahatsız edince yine uzaklaşırlar. Soğuktan donmakla, batan okların acısı arasında gidip gelirler. Nihâyet arkadaşının oklarının acısına tahammül edebileceklerini anlayınca birbirlerine daha sıkı sarılırlar ve böylece donmaktan kurtulurlar. Yoksa hepsi de donarak öleceklerdir. İşte evlâdım, sizler de bu câmi ve cemaatte birbirinizin oklarına tahammül ederseniz acı çekersiniz, hatta bu acılar nefsinizi terbiye etmenize de faydalı olur. Fakat biz bâzı arkadaşlarımızın oklarına tahammül edemez ve burayı terk ederiz derseniz, dışarıda kalır donar ve helâk olursunuz. Kararınızı iyi düşünün ve buna göre verin...” diye unutamayacakları bir ders verir öğrencilerine, anlayanlara/anlamak isteyenlere ve bizlere. Bu sözleri işiten talebe, arkadaşlarıyla berâber tövbe eder ve hizmetine hocasının yanında devam etmeye karar verir. Ünlü Alman Sosyolog Arthur Shopenhauer, bu hikâyeyi Feridüddin Attar’ın kitâbından okuyarak, derslerinde talebelerine devamlı mîsal olarak anlatır... Cengiz Numanoğlu bu tiplere;

            “Ey insan! Yaşıyorken, hem de Kur’ân çağında;

            Çırpınıp duruyorsun, cehâlet batağında.

            Kalbin katı... Gözün kör... Başın kibir dağında

            Kur’ân sana gel diyor, bak bendedir adresin,

            Ey eşref-i mahlûkat! Daha Kur’ân ne desin..!” diye cevap verirken;

Sen hiç dalına küsen, ağaç gördün mü kardeş...?

Ya da dikeninden, yaprağından utanan gül...?

            Su toprağa tohuma, gönül koyar mı hiç...?

            Rüzgâr kıskanır mı, yağmuru, bulutu...?

Hangi kuş aç bırakır, açıkta koyar yavrusunu...?

Hangi kurt, başka bir kurda acı verir...?

            Köpek bile yalamaz mı sevdiğinin yarasını...?

            Bilmez mi, çiçek arının, arı çiçeğin hatrını...?

Sen hiç işkence yapan, aslan gördün mü kardeş...?

Ya da hangi sincap, kırmıştır komşusunun kalbini...?

            Hangi hayvan orman yakar, yuva yıkar...?

            Hangi hayvan, ilk önce sevdiğine kıyar...?

Milyonlarca farklı böcek türü var yeryüzünde.

Kaçı savaşmıştır birbiriyle, kaçı katliama uğramıştır...?

            Kaç aslan, sürgün edilmiştir yerinden yurdundan.?

            Kaç kartal, gökyüzünde özgür diye taşlanmıştır...?

Sen hiç, yalan söyleyen yıldız gördün mü kardeş.?

Ya da başkasının kederine, keyiflenen yakamoz...?

            Hangi dağ, eteğindeki köyü üzmüştür.?

            Ve hangi ırmak, ihânet etmiştir aktığı denize...?

Sadece insandır, insanın cehennemi.

İçindeki ateşte, en çok kendi kavrulan...

            “Yaşıyor, kötülük ede ede.

            Yaşıyor, kötülük bula bula...” der sözlerinde Kızıldereliler vesselam...

UNUTMAYIN! “Herkes Kendi Tercihiyle, Kendi Hayatını Yaşar. . .”

            Selâm ve duâ ile…