Nasıl olursa, dürüst bir adam ortaya çıkar. Geceleri, diğerleri gibi çantasını fenerini alıp hırsızlığa çıkmaktansa, evinde kalıp çalışmayı tercih eder. Hırsızlar da onun evinin önüne geldiklerinde içeride ışık yandığını görünce döner giderler. Fakat bu durum böyle bir süre devam edince, ahâli ona kızmaya başlar ve:
▬ Arkadaş! Çalmadan yaşamak senin tercihin, ama başkalarını engellemeye hakkın yok! Bu nedenle insanlara kötü örnek olma! Ya bizimle devam et ya da buraları terk et!” derler. Bunun üzerine dürüst adam, geceleri ışığını söndürüp dışarı çıkmaya başlar.
Her gece, hırsızlık yapmadan orada burada dolaşır durur, sonunda yatmaya evine döner. Fakat her döndüğünde evini soyulmuş bulur. Sonuçta bir haftadan daha az bir sürede, yiyecek içecek hiçbir şeyi kalmaz ve memleketini terk etmek zorunda kalır. Binli yıllarda Yusuf Has Hacib:
“Helâlin adı kaldı onu gören yok,
Haramsa kapışıldı hâlâ doyan yok.” demişti ya.
Duyanda yok, doyanda yok. Bin yılda geçse değişen bir şey yok. İnşallah adâletli bir dünya için bin yıl daha beklemez dürüst olan, dürüst olmayı seçen ve bundan her ne pahasına olursa olsun vazgeçmeyen değerli insanlar.
Kasabada hırsızlıkta ustalaşıp giderek zenginleşenler kendileri için soygun yapmak üzere maaşlı hırsızlar tutmaya başlarlar. Zamanla, zengin-fakir ayrımı çoğalır. Zenginler mallarını korumak için paralı bekçiler tutarlar, hapishâneler kurarlar. Kendi mallarının çalınmasını da yasa dışı îlan ederler! Ancak yoksulların mallarını çalmak hâlâ serbesttir!
Bir süre geçtikten sonra, artık kimse soymaktan ve soyulmaktan söz etmez olur. Çünkü yoksulların çoğu ya açlıktan ölür ya da oraları terk edip giderler. Çünkü, Kim de yediğine, içtiğine, giydiğine haram bulaştırırsa malının bereketi azalır. Kazandığını zannederken aslında kaybeder. Dünya saâdeti yok olur, âhirette ise cehennem azabına dûçar olur. Nitekim Allah Resûlü’nün (s.a.v.): “Haramla beslenen vücudun layık olduğu yer ancak cehennemdir.” buyurduğu gibi. Zenginler ve maaşlı soyguncular ise ortada soyacakları kimse kalmadığından artık servetlerini yavaş yavaş yitirmeye ve yok olmaya başlarlar.
Sonunda zenginler eski düzeni yeniden sağlamak için oraları ilk terk eden dürüst adamı başa getirmeye karar verirler. Sora sora nerede yaşadığını öğrenirler. Evine gittiklerinde kapıda yazılı bir kâğıtla karşılaşırlar. Kâğıtta aynen şöyle yazmaktadır: “Bir insan sâdece dürüst olduğu için aranıyorsa, her şey için çok geç olmuş demektir...” Bu dün yaşanan hâdise idi. Pekî, bugünümüz dünden çok mu farklı? Şöyle etrâfımıza bir baktığımız zaman farklı olmadığını göreceğiz çünkü kafa yapısı hâlâ aynen devam etmektedir.
“İnsana sadâkat yaraşır görse de ikrâh,
Yardımcısıdır doğruların Hazreti Allah.” Dürüst olmak insan için bir gereklilik olmalıdır. Velev ki insan; bu doğruluk ve dürüstlük karşısında başkaları tarafından kötü karşılansa da. Bu sadâkat başkalarını rahatsız etse de insan doğruluk üzerinde sâbit kadem durmalıdır. Çünkü Allah doğru olanları sever ve Ziyâ Paşa’nın dediği gibi doğruların yardım edicisidir. Acâba Cengiz Numanoğlu’nun şiirinde:
“Ey mübârek akl-ı selîm, nerdesin?
Bilgisizlik, ne vehimler üretti;
Önyargılar, vicdanları kör etti.
Dürüst olmak... Affedilmez cür’etti,
Öfkemizden, yüreğimiz korlaştı,
İnsan olmak, bu kadar mı zorlaştı?” dediği insan olmak bu kadar mı zorlaştı?
Bu kadar duyarsız kalmamız İsmet Özel’in; “İslâmî olmayan yapılar içinde eriyip giden Müslümanlar sosyal mânâda kısırdırlar, tıpkı katır gibi.” dediği gibi acaba bizlerde buna doğru evrildik mi evriliyoruz mu?
“Keşke açlık da bulaşıcı olsaydı?” der kendi kendine delikanlı. Dünya teyakkuz hâlinde. Bu güzel bir şey. Kimse hastalanmasın, ölmesin diye. Ama üzerlerine kimyasal bomba yağan, cesetleri sâhillerden toplanan, cesetleri alınamadığı için kediler tarafından yenilen, kumda oynarken mermi isâbet eden çocuklar, kadınlar, mâsumlar için de teyakkuzda olmadıkça âdil bir yer olmayacaktır dünya. Adâlet olmayınca da huzur bulamayacak. Ölmek istediğini söyleyen küçük çocuklar var, isâbet eden şarapnel parçasının parçaladığı bedenindeki acıya dayanamayarak:
▬ Neden? Neden ölmek istiyorsun?” diye soran gazeteciye:
▬ Cennete gidip karnımı doyurmak için!” cevâbını veren çocuklar. Keşke açlıkta bulaşıcı olsaydı… O zaman belki anlarlardı, yediğinden fazlasını çöpe atanlar açın hâlinden. Belki anlarlardı, asgari ücretin iki katını bir öğün yemeğe harcayanlar. Çok görmezdi verdiğini.
▬ Harcamayı bilsin, yetinmeyi bilsin!” demezdi birileri belki. Keşke bulaşıcı olsaydı açlık… Her gün evinin önündeki çöp bidonunu karıştırıp işe yarar bir şeyler arayan elleri, yüzü simsiyah ama yüreği tertemiz çocukların hâlinden anlarlardı belki çok yiyip yağ bağladığı için zayıflama salonlarına binlerce lira harcayanlar. Keşke acı bulaşıcı olsaydı… O zaman bastığı bir düğmeyle cesetlerini parçaladığı, sakat kalan; yakını ölen insanların acısını belki anlarlardı savaş baronları. Keşke fakirlik de bulaşıcı olsaydı… Okula giden çocuğuna harçlık verememenin ne demek olduğunu belki anlardı milyon dolarlık rezidanslarda, milyon liralık arabaya binip cennet bekleyenler. Belki anlardık, belki harekete geçerdik, belki rahatımız bozulurdu hiç olmazsa… “Kendisi için istediğini kardeşi için de istemeyen mü’min olamaz.” buyurmuştu Hz. Peygamber (s.a.v.). Şimdilerde buna “empati” diyorlar. Paylaştıkça, bölüştükçe, dertlendikçe, sevince ve acıya ortak oldukça güzelleşecek dünya. Elbette âhiret… (Bizi Kim Beğenecek) Ziyâ Paşa, nice büyük insanların bu dünyada adının bile kalmadığını, önemli olanın güzel bir eser bırakmak olduğunu ifâde ederek onlara doğruluk, çalışkanlık ve hoşgörülü olmaları hususunda tavsiyelerde bulunmaktadır.
“Felek öyle bir felektir cân alır yerine,
Ederse her kime nân-pâre-yî hayât i’tâ...”
“Bu dünya hayatı öyle enteresan bir karaktere sâhiptir ki, bir kimseye ekmek parçası kadar hayat verse, onun karşılığında can alır.” Şâir dünyada hiçbir şeyin karşılıksız olamayacağını her şeyin bir bedeli bulunduğuna da dikkat çekmiştir.
“Bir âsiyâb-ı felâkettir âsiyâb-ı felek,
İçinde gendûm-ı gerdânıdır semâ vü semek…”
“Feleğin değirmeni öyle bir felâket değirmenidir ki, içinde döndürüp dolaştırarak öğüttüğü tahıl, semavât ve mahlûkattır.” Hz. Ömer’in; “Dürüstlük pahalı bir mülktür, ucuz insanlarda bulunmaz!” der, elbette anlayana, anlamak isteyene…
HÂSIL-I KELÂM! “Ölenler Ölümü Bilmez, Ölüm Kalanların Hikâyesidir. Yol Elif İse, Yön Bellidir... Herkes Kendi Tercihiyle, Kendi Hayatını Yaşar... Söz Meclise, Kıssa Herkese… Söz Uzar, Kesmek Gerektir Vesselâm!”
Selâm ve duâ ile…