Mevlevîlikte ve tasavvufta bir terim vardır; “âgâh olmak”… Uyuyan dervişi, uyandırmak için yanına giden arkadaşı, şehâdet parmağıyla hafifçe yastığı vurur ve: “Mehmet Efendi, âgâh ol” derdi. Sarsmak, bağırmak, gürültü ile uyandırmak yoktu bizim kültürümüzde. Yavaşça yastığa vurulur ve sessizce seslenilirdi. Uyandırılan kişi de huzurla uyanır ve “âgâh” olurdu.
Nedir âgâh olmak sözlükte hangi mânâdadır ve tasavvufa nasıl girmiştir, nasıl âgâh olunur? Farsçadan dilimize transfer ettiğimiz bu kelime; uyanık, basîret sâhibi, sırlara vâkıf, müteyakkız olmak mânâlarına gelir. Yukarıda sıraladığımız sözlere bakınca, kelimenin daha çok derûnî anlamlar taşımakta olduğunu görürüz.
Derviş uyanık olurdu. Gaflette olmazdı. Kâinâtı okurdu, gördüklerinden bir manâ çıkarır, olayları yorumlar, çıkardığı dersten kendi üzerine düşeni yapardı. Hani Halil Cibran’ın şiirinde “Tanrım Benimle Konuş” diyen adam gibi değildir. Gördüğünden ibret alır âgâh olan kişi. Basîret sahibidir. Olacakları önceden sezer ve bilir, tedbirini ona göre alır. Mesnevî-i Şerîf’te bir hikâye vardır:
Yaşlı bir adam altın tartacaktır ama terâzisi yoktur, gider evinin az ilerisindeki kuyumcudan:
▬ Oğlum, altın tartacağım, bana terâzini verir misin?” diye terâzisini ister. Kuyumcu:
▬ Amcacığım kusura bakma, bende süpürge yok” der. İhtiyar adam:
▬ Evlât, senden süpürge istemiyorum, altın tarttığın terâziyi istiyorum.” deyince kuyumcu:
▬ Amca özür dilerim ama bende kalbur da yok!” diye söyler. Sinirlenen ihtiyar adam:
▬ Oğlum sen, benimle dalga mı geçiyorsun, işte burada duran terâzini istiyorum. Sen ise bana terâziyi vermek yerine ‘süpürgem yok, kalburum yok.’ deyip duruyorsun” sözlerine karşılık kuyumcu:
▬ Amca altınların külçe değil, küçük altın tartacaksın. Ama sen yaşlı adamsın, altınları tartarken yere dökeceksin. Dökülen altınları toplamak için gelip bu defâ benden süpürge isteyeceksin, süpürge ile topladığın altınları çer-çöpten ve tozlardan arındırmak için de gelip kalbur isteyeceksin. Benim süpürgem de yok, kalburum da yok” der. Kuyumcu bâsiret sahibi insandır. Olacakları önceden görmüştür.
Yakını gören göz, göz değildir. Dağın arkasındaki düşman hakkında bilgi sahibi olup planını ona göre yapan komutanı zafer bekler. Düşmandan bî-haber olan komutan yenilgiye mahkûmdur.
Ehl-i irfana mutasavvıf (Kendini Tanrı’ya ve Tanrısal hikmete vermiş, tasavvufla uğraşan, gizemciliği yaymaya çalışan kimse.) kimdir? diye sorduklarında “Camiden çıkarken sağ ayağını değil de sol ayağını önce dışarıya atandır” der. Çok mu önemli diyeceğiz sağ ayakla veya sol ayakla çıkmak. Belki önemli değildir ama bir derviş ne yaptığını bilmelidir. Ne zaman nerede hangi adımı atacağını bilmeli, devamlı tetikte olmalıdır. Dervişliği seçmiş ise her şeyiyle ona odaklanmalı ve bir derviş gibi davranmalıdır. Odaklanmaz aklı fikri başka yerlerde olursa Ömer Seyfettinin “Mermer Tezgâh” hikâyesindeki adama döner sonu. Onun için de derviş de âgâh olmalıdır diyoruz. Bir hadîs-i şerîfte Peygamber Efendimiz (Sav.) “Müslüman, bir delikten iki defâ ısırılmaz” buyurmuştur. Âgâh olmamız gerektiği için başka söze ne hâcet. (Kaynak: https://dosya.diyanet.gov.tr/flip/index.php?YIL=2020&TR=2&DERGI=ilmi_temmuz_agustos_eylul_2020.pdf)