Büyük fıkıh bilgini ve Hanefi mezhebinin kurucusu İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe’nin ilmî faaliyetleri yanında ticâretle de meşgûl zengin bir zât olduğu mâlumdur. Bu büyük insan gündüz öğleye kadar mescitte talebelerine ders verir öğleden sonra da ticâri işleri ile uğraşır. Bir gün ders verdiği sırada bir adam mescidin kapısından seslenir ve:
▬ “Ya imam, gemin battı!” ﴾İmamın ticâri mal taşıyan gemileri mevcut﴿ İmam:
▬ “Elhamdülillah,” der. Bir müddet sonra aynı adam yeniden gelip haber verir:
▬ “Ya imam, bir yanlışlık oldu batan gemi senin değilmiş!” İmam, bu yeni habere de:
▬ “Elhamdülillah,” diyerek mukâbele eder. Haber getiren kişi hayretle:
▬ “Ya imam, gemin battı diye haber getirdik “Elhamdülillah” batan geminin senin olmadığını söyledim yine “Elhamdülillah” dediniz. Bu nasıl hamd etme böyle?” der. İmam:
▬ “Sen, gemin battı diye haber getirdiğinde iç âlemimi, kalbimi şöyle bir yokladım. Dünya malının yok olmasından, elden çıkmasından dolayı en küçük bir üzüntü yoktu. Bu nedenle Allah’a ﴾cc﴿, hamd ettim. Batan geminin benimki olmadığı haberini getirdiğinde de aynı şeyi yaptım. Dünya malına kavuşmaktan dolayı kalbimde bir sevinç yoktu. Dünya malına karşı bu ilgisizliği bağışladığı için de Allah’a ﴾cc﴿, şükrettim.” der.
Bu manada Mevlânâ ne güzel buyurur: “Dünya nedir? Seni Allâh’tan gâfil eyleyendir.” Kumaş, gümüş, oğul, aile değil. “İnsan, malı Allâh için taşırsa o ne güzel maldır” buyurur. Allah Rasülü ﴾Sav﴿; “Geminin içindeki su geminin helâki içindir, geminin dışındaki su ise daha kolay yüzmesini sağlar.”
Dinimizde, dünyâlık kazanmak için çalışmak, mal, mülk edinmek, mevki sahibi olmak, kötülenmemiş ve günâh da değildir. Dünyâlık sevgisi, dünyâya gönül bağlamak günâhtır, kötüdür. Zengin olmak, hırslı olmak değildir. Tehlikeli olan, sahibini Allah’a ibadet etmekten alıkoyan zenginliktir, mal toplama hırsıdır. Hoş olmayan rızık taksimine razı olmayıp, Rezzâk’a isyan etmektir. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyuruyor: “Gerçek zenginlik, mal çokluğu değil, gönül tokluğudur.” Ve bir ehl-i irfanın “Rızk peşinde değil, Rezzâkın (Rızk verenin) peşinde koş.” şeklindeki tavsiyesi huzurumuz için ne kadar veciz bir ifâdedir. Kalp, muhabbet yeri, sevgi yeridir. Muhabbet bulunmayan kalp ölmüş demektir. Kalbin hasta olması, Allah’ı unutmasıdır. Benim malım diye yeryüzünde gördüğünüz şeylerin hepsi emânettir. Kalbin şükrü mârifetullah, lisânın şükrü hamd ve senâ, uzuvların şükrü ibâdettir. Nazargâh-ı ilâhi olan kalpte Allah ve Resulullah olacak. Bedenin sultanı olan kalp, Allah’ı zikretmekle ihyâ olduğunda, bütün uzuvlara isâbetli emirler verir. Neticede kul, Hakk’ın râzı olduğu bir kıvama erişir. Nitekim Cenabı Hak Ra’d sûresi, 28. âyette “...Bilesiniz ki kalpler, ancak Allah’ı zikretmekle huzur bulur.” buyurarak bu konuya dikkat çekiyor. Bu sebeple gönüllerin her fırsatta ve devamlı olarak Allah’ın zikriyle meşgul olması gerekir. Yahyâ bin Muâz şöyle buyurur: “Allah’ın zikriyle gönüllerinizi yenileyiniz. Çünkü gönüller çabuk gaflete düşerler.”
Bir insan Allah’a güvenmekle, O’na itimat etmekle helâk olmaktan kurtulur. Eğer bilsek ağlamaktan, tövbe etmekten, sığınmaktan başka çaremiz yoktur. Mevlâ, kulundan tek bir şey bekliyor; ihlâslı bir îman ve îmanın îcâbı olan amel-i sâlih.
Hasan-ı Basrî öğütlerinin birinde şöyle buyurur: Kalpler altı şeyden dolayı çürür ve bozulur:
- Tövbe ederim ümîdiyle günah işlemek.
- İlim öğrenip, gereğince amel etmemek.
- İbâdet ve davranışlarda samimi (ihlâslı) olmamak.
- Allâh’ın verdiği nimetlerden yararlanıp, şükretmemek.
- Allâh’ın yarattıkları arasında paylaştırdığı rızka râzı olmamak.
- Ölüleri defnedip, onlardan ibret almamak.”
Cenabı Hak bizleri ibâdet ve zikirle kalbini diri tutan, hüsnü hâtime ile tevhit ve iman ile kendine kavuşanlardan eylesin.
Selâm ve duâ ile…