▬ Yaptığın son resmi, şehrin en kalabalık meydanına asıver ve resmin yanına bir de kırmızı kalem bırak. İnsanlara, resmin beğenmedikleri yerlerine bir çarpı koymalarını rica eden bir yazı iliştirmeyi de unutma!” diye ilâve eder.
Öğrenci, birkaç gün sonra meydandaki resme bakmaya gider. Resmin çarpılar içinde olduğunu görür sinir ve üzüntüyle ustasının yanına döner. Usta ressam, üzülmeden yeniden resme devam etmesini tavsiye eder. Öğrenci resmi yeniden yapar. Usta, yine resmi şehrin en kalabalık meydanına asıvermesini ister ve:
▬ Bu sefer resminin yanına bir palet dolusu çeşitli renklerde boya ile birkaç fırça koymayı da unutma! Yanınada, insanlardan beğenmedikleri yerleri düzeltmelerini ricâ eden bir yazı bırakıver evlâdım.” diye tembih eder. Öğrenci denileni yapar. Birkaç gün sonra bakar ki, meydanda asılı resmine hiç dokunulmamıştır. Bunu gördüğüne sevinen öğrenci şaşkınlık ve sevinçle durumu ustasına anlattığında usta ressam:
▬ Evlâdım! Birinci resimde, insanlara fırsat verildiğinde ne kadar acımasız bir eleştiri sağanağı ile karşılaşılabileceğini gördün ve bunu acı bir şekilde öğrendin. Hayatında resim yapmamış, eli kalem ve boya tutmamış insanlar dâhi gelip senin resmini karaladı. İkincisinde ise, onlardan müspet, yapıcı, olumlu olmalarını istedin. Yapıcı olmak eğitim gerektirir. İnsanlar bilmediği bir konuyu düzeltmeye kolay kolay cesâret edemezler. Bunun için de resmine kimse dokunmadı!” der hem öğrencisine hem anlamak isteyen ve her şeyden anladığını zannedenlere unutamayacakları bir ders verir.
“İnsan doğmak, insana ilâhi bir ihsandır;
İnsan doğan kaç kişi, ölürken de insandır?” der ya Cengiz Numanoğlu. Bâzı kelâm-ı kibâlar ise literatürümüze;
“Emeğinin karşılığını, ne yaptığını bilmeyen insanlardan alamazsın.”
“Değer bilmeyenlere sakın emeğini sunma.”
“Asla bilmeyenle tartışma.” diye geçer.
İslâm’ın hedefi, Kur’an ve sünnet çerçevesinde bir Müslüman kimliği inşâ etmektir. Bu kimliği inşâ ederken de İslâm’ın temel ölçüsü, Allah Resûlü (s.a.s) ile hayat bulan ahlâkî ilkelerdir. Bu ilkelerle vücut bulan İslâm kültür ve medeniyetidir. Varlığımızı anlamlı kılan âdâb-ı muâşeret kurallarıdır. Dinimiz, bizi biz yapan bu evrensel değerlere sahip çıkmayı, öz benliğimizden uzaklaştıracak her türlü söz ve davranıştan kaçınmayı emreder. Müslüman kimliğini oluşturan en yüce değer, yaratılış gâyemizi hatırlatan, sorumluluklarımızı öğreten ve bizlere şahsiyet kazandıran îmandır. Müslümanlar, kulluktan sosyal hayata, giyim kuşamdan yeme içmeye kadar her alanda bu değerlere sahip çıktığında inançlarını ve kültürlerini muhâfaza etmişlerdir. Çağ kapatıp çağ açan medeniyetler kurmuşlar, ilim ve bilimde, kültür, sanat ve edebiyatta bütün insanlara önder ve örnek olmuşlardır. Ancak Müslümanlar, ne zaman kendi inanç ve değerlerinden uzaklaşıp yabancı kültürlerin etkisi altına girmişler, işte o zaman kimlik ve âidiyetlerini kaybetmişlerdir. Kimliğini muhâfaza eden Müslüman’dan beklenen, İslâm’ın şiârına, yâni İslâm’ın sembol ve nişânelerine saygı duyması ve onları korumasıdır. Tevhîdin sembolü Kâbe, ümmet olma bilincinin tazelendiği hac, teslimiyetin simgesi kurban, birlik ve berâberliğimizin nişânesi camiler, şehâdetleri dinin temeli ezân-ı Muhammedî, kulluğun zirvesi namaz bizi biz yapan İslâm’ın şiârlarındandır. Ahlâki değerlerin, örf ve âdetlerin bozulmaya başladığı, kültürel yabancılaşmanın hızla arttığı bir dönemde yaşıyoruz.
Toplumlar değerleriyle bilinir, onlarla anılırlar. Değerleriyle yaşar, onlarla ayakta dururlar. Unutmayalım ki hiçbir millet bir başka toplumun değerleriyle yükselemez. Kültürüne yabancılaşan bir toplum, medeniyet inşâ edemez. Tarihini bilmeyenler geleceklerini sağlam bir zemine oturtamaz. (dinhizmetleri.diyanet.gov.tr)
Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
“Tarih”i “tekerrür” diye târif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?” der ve olayı özetler İstiklâl Şâiri Mehmet Âkif vesselam…
HÂSILI KELÂM! “Herkes Kendi Tercihiyle, Kendi Hayatını Yaşar. . .” Vesselam...
Selâm ve duâ ile…