BOŞLUK KAPATILMAMIŞ?

Okyanusta yol alan bir gemi kaza yaparak batar. Gemiden tek bir kişi sağ kurtulur. Dalgalar bu adamı küçük, ıssız bir adaya kadar sürükler.

Adam ilk günler kendisini kurtarmasını için Allah’a yalvarır, yakarır ve yardım bulurum umuduyla ufka bakar. Ama ne gelen olur ne giden... Daha sonra rüzgârdan, yağmurdan ve zararlı hayvanlardan korunmak için ağaç dallarından ve yapraklardan bir kulübe yapar. Sahilde bulduğu, gemiden arta kalan konserve, pusula gibi eşyaları bu kulübeye koyar. Günler hep aynı şekilde rutin geçer. Balık avlar, pişirip yer ve ufku gözler, kendisini kurtarması için Allâh’a duâ eder sürekli.

Bir gün tatlı su getirmek için yürüyüşe çıkar, geri döndüğünde kulübesinin alevler içinde yandığını görür. Yanan evin dumanı dans ede ede göğe yükselir. Başına gelebilecek en kötü şeydir bu olduğunu düşünerek keder ve öfke içinde olduğu yerde donakalır. Şimdi bu ıssız adada, başını sokabileceği bir kulübe bile yoktur.

Allah’ım, bunu bana nasıl yaptın?” diye feryât eder. O geceyi keder ve üzüntü içinde geçirir. O kadar duâ ettiği hâlde, başına bu olay geldiği için sitemler eder. Ertesi sabah erken saatlerde, adaya yaklaşmakta olan bir geminin korna sesiyle uyanır! Gelenlere:

Benim burada olduğumu nasıl anladınız?” diye sorduğunda bitkin adam kendisini kurtaranlara. Cengiz Numanoğlu’nun şiirinde?

            “Bir kere baktın mı, kalkıp seherde?

            Kapılar açılır, gök perde perde.

            Sordun mu Kur’ân’a, kurtuluş nerde?

            Sanma ki; önünde, seçenekler çok;

            Ya ŞÜKÜR ya KÜFÜR, üçüncüsü yok...” dediği gibi gelenlerin cevâbı onu hem şaşırtır hem de utandırır:

Dumanla “beni kurtarın” diye verdiğiniz işâreti gördük efendim!” derler. Elbette anlayana, anlamak isteyene…

            Bu hikâyeden sonra aklımıza şu âyet-i kerîme gelmeli değil mi? “Hoşlanmadığınız şey sizin iyiliğinize; sevdiğiniz şey de kötülüğünüze olabilir. Siz bilmezsiniz, Allah bilir.” (2/216) Israrla Allah’a duâ edilmelidir. Bir mü’min, ettiği duânın kabul edilmesi hususunda aceleci olmamalıdır. Hz. Peygamber (s.a.s.): “Sizden herhangi biriniz ‘duâ ettim de kabul olunmadı’ diyerek acele etmediği sürece duâsı kabul olunur! Allah’tan çok isteyiniz! Çünkü kerem sâhibinden istiyorsunuz.” buyurmaktadır.

Ülkemiz yakın zamanda 11 ilimizi yoğun olarak etkileyen depremle sarsıldı. Hayatını kaybeden kardeşlerimize Cenâb-ı Hak’tan rahmet; yaralılara âcil şifâ; zarar görenlere kolaylıklar diliyoruz. Ülkemiz adına mükemmel dayanışma ve yardımlaşma örnekleri yaşandı. Enkâzın altından gelen çığlığa sesi titreyerek cevap veren Mehmetçiğin de, telefonla irtibat kurduğu kadının hayata tutunması için canhıraş gayret eden gönüllünün de; hayatını kaybedenlerin cansız bedenlerini buz gibi toprağa bırakan ve duâ eden din görevlilerinin de; insanüstü bir çabayla kurtarma fâaliyetlerine katılan ekip personelinin de ellerinden öpülmeli. Bir de enkazdan çıkarılırken başörtüsü isteyen teyzemiz var. Rabbim cennet ve cemâliyle ödüllendirsin. Yine yakın zamanda bütün dünyada büyük bir tedirginliğe sebep olan virüs de gündemimizi meşgul etti. Çığ felâketi, uçak kazası peşi peşine geldi. Rabbimizden hayatını kaybeden tüm âfetzedeler, kazâzedeler için rahmet diliyoruz. Bütün bu yaşananlardan ve yaşananlar üzerine yazılıp, çizilip, söylenenlerden almamız gereken dersler var. Her olayı sadece maddi gözle değerlendirmek ibret almamızı zorlaştırabiliyor.

  • Binalar sağlam yapılmalıydı.
  • Demirden, çimentodan çalınmamalıydı.
  • İnşaat yapılacak yerin zemin etütlerine özen gösterilmeliydi.
  • Yollarda çığ tehlikesine karşı önlem alınmalıydı.
  • Uçak pilotu piste sert iniş yapmamalıydı. Bu liste böyle uzar gider. Söylenenlerin tamamı insan ihmâli veya insan ahlâkıyla ilgilidir. Çimentodan çalmak, denetim görevini yapmamak, işini (hangi iş olursa olsun) gereği gibi yapmamak ahlâksızlığın en çirkin örneklerindendir. Gerekli incelemeler elbette yapılmalı ve sorumlular mutlaka cezâlandırılmalıdır. Ancak yaşamış olduğumuz her musîbet ya da felâket sonrası sâdece maddi gerekçelere yoğunlaşıp büyük hakîkati kaçırdığımız da inkâr edilemez bir vâkıadır.

Hikâyeye göre; Kral muhteşem bir saray yaptırır halkın ziyâretine açar ve sarayın eksiğini bulabilene ödül vereceğini duyurur. İnsanlar büyük bir beğeni ile sarayı gezer hayranlıklarını ifâde ederler. Bütün ayrıntıların düşünüldüğü, mükemmel bir saray olduğunu söylerler. Derviş-meşrep bir zât da sarayı şöyle üstün körü gezdikten sonra, büyük bir eksik tespit ettiğini fısıldar. Kralın huzuruna çıkarırlar. Kral adamı küçümseyen bir edâ ile:

Ne eksiği var Efendi?” diye azarlar bir tarzda sorduğunda, Sûfi:

Ölüm meleği Azrâil’in girebileceği boşluk kapatılamamış Efendim!” cevâbını verir. Bütün tedbirler alınsın, bütün eksikler tamamlansın… Yalnız, “rûh”un bizim kontrolümüzde olmadığı da bilinsin. “Muhkem kalelerde bile olsak!” bir gün rûhun bedenimizi terk edeceği unutulmasın. Musîbete üzülmeli, kazâya ağlamalı ama îmansız ölüme hıçkırıklara boğulmalıyız. Hayatın tekrarı yok. Ve âhiret bir defâ yaşanan dünya hayatımıza göre şekilleniyor: Ya sonsuz rahmet… Ya ebedî azap... Rabbim rahmetiyle, muâmele eylesin! Geçmişlerimize ve bizlere… (Bizi Kim Beğenecek) Merhûm Numanoğlu ile tamamlayalım yazımızı:

            “Yakuttan, zümrütten medet boşuna,

            Hepsi bir gün döner, çakıl taşına…

            Geç kalma... Bakıp da o genç yaşına,

            Sanma ki; önünde seçenekler çok,

            Ya ÎMÂN ya İSYÂN, üçüncüsü yok...

            “Sen, şerefli doğdun, şerefli yaşa,

            O bencil nefsini, vur taştan taşa,

            Yoksa çıkamazsın, şeytanla başa,

            Sanma ki; önünde, seçenekler çok;

            Ya CENNET ya CİNNET, üçüncüsü yok...”

            Saâdet kuşunu avlayabilmek için dâne ve su yerine; (Âhh!) kıvılcımlarını ve gözyaşını koyacağız. Fuzûlî’nin dediği gibi:

            “Fuzûlî dehrden kâm almak olmaz, olmadan giryân,

            Sâdef su almayınca ebr-i nîsândan gûher vermez...”

[Ağlamadan maksada kavuşulamaz dünyada. Sâdef de nisan yağmuru almadan inci vermiyor.] Mevlânâ’da der ki:

“Anlamaz olgun adamdan bil ki, ham,

Söz uzar, kesmek gerektir vesselam!”

HÂSIL-I KELÂM! “Yol Elif İse, Yön Bellidir... Ölenler ölümü bilmez, ölüm kalanların hikâyesidir. Herkes Kendi Tercihiyle, Kendi Hayatını Yaşar...”

Selâm ve duâ ile…