Bir avuç toprak deyince ne anlıyoruz?
Belki kimimiz için hiçbir önemi yok.
Belki de kimimiz için çok önem taşıyor.
Ne anlarsak anlayalım.
Ama bu bir avuç toprak gün gelecek.
Gözü bir türlü doymayanların gözünü doyuracak.
Bir avuç toprak için kendini yoranları,
Ne güzel anlatmış aşağıdaki dizeler
"Altından ağacın olsa gümüşten yaprak
Akıbet gözünü doyurur bir avuç toprak"
İnsanoğlunun gözü neden doymaz?
Aç gözlü ve doyumsuz olan neden mutlu olmaz?
Zaten başımıza ne geliyorsa açgözlülükten, hep daha fazlasını istemekten gelmiyor mu?
Gözünü hırs bürümüş bir insana dünyayı verseniz;
“Acaba Ay’dan da bir parsel alabilir miyim?” diye düşünür.
İnsanoğlunun dünya malına karşı bir zaafı vardır.
Halimize şükür etmiyoruz buda günümüzün en büyük hastalıklardan birisidir.
Kanaat sahibi olmayanın gözü doymaz, gözünü toprak doyurur ancak.
Doymayan göz; yaşamak, para sahibi olmak ve her arzu ettiğini ele geçirmek ister. Arzularını elde ettikçe dünyaya olan hırsı da artar.
Birine kavuşursa, bir diğerine göz diker.
Bir gün bakar ki ömür biter, Azrail Aleyhisselam karşısına dikilir.
Ne korkunun ecele faydası var nede ölümden kaçış var bu da hayatın bir gerçeği.
Kıssadan Hisse de anlatıldığı gibi gözünü hırs bürümüş insana dünyayı verseniz doymaz.
“Ülkenin Padişahı bir gün tebdil-i kıyafet dolaşmaya çıkmıştı. Nehrin kenarında balık tutan yoksul bir balıkçıya rastladı. Adam son derece nasipsiz ve üzgündü. Sabahtan beri ailesini doyuracak kadar balık tutamamıştı.
Yardımsever Padişah bu zavallıya yardım etmek istedi. Ona bir teklifte bulundu:
“Oltana ilk takılan şey ne olursa olsun, onun için sana ağırlığınca altın vereceğim” dedi.
Adam sevinçle oltasını nehre attı. Biraz sonra oltaya takıla takıla ortası delik bir kemik takıldı. Hükümdar da balıkçı da üzgündü. Ama yine de hiç yoktan iyiydi. Balıkçı:
“Nasibim bu kadarmış. Ben anlaşmamıza razıyım” dedi.
Padişah balıkçıyı alıp sarayına götürdü. Hazineden görevli adamlarına emir verdi:
“Şu balıkçıya elindeki kemiğin ağırlığınca altın verin!”
Adamlar kemiğe şöyle bir baktılar ve terazinin kefesine koydular. Öbür kefesine de birkaç altın koydular. Fakat terazi dengelenmedi. Beş on altın daha koydular ama kemiğin olduğu taraf yerinden oynamıyordu. Artık terazinin kefesi dolup taşmıştı ama kefe yerinden kımıldamıyordu.
Nihayet bunda bir sır olduğunu anladılar. Durumu padişaha haber verdiler. Padişah hemen o zamanın Allah dostu olan bilgeyi çağırdı, durumu sordu.
Bilge zat kemiği eline alıp şöyle bir baktıktan sonra şu açıklamada bulundu:
“Bu kemik açgözlü bir insanın göz çukurudur. Siz bunu tartmak için bütün hazineyi koysanız yine yerinden oynamaz. Çünkü doymaz. Ama bir avuç toprak bunu doyurur.”
Nitekim bir avuç toprak alıp terazinin kefesine koydu ve kemik yukarı kalkıverdi.”
Daha fazlasını, daha iyisini isterken yanlış yollara başvurmamalıyız, elimizdekiyle yetinmeyi bilmeliyiz. Haksız kazanç elde etmemeliyiz, üç kuruş daha fazla kazanmak için başkasının malına göz dikmemeliyiz çünkü insanlar er geç yaptıkları hataların cezasını çekerler ve dünya malı dünyada kalır.
Doymayan gözü bir avuç toprak doyurur ancak!
Peygamber Efendimiz (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:
“İnsanoğlunun bir vadi dolusu malı olsa, ikinci bir vadi dolusu mal daha ister.
İki vadi dolusu malı olsa, üçüncüsünü ister. İnsanoğlunun gözünü ancak toprak doyurur.”
Gözü doymayan insanoğluna, bakınız, Mevlana ne diyor;
“Ne kadar zengin olsan, ancak yiyebileceğin kadar yersin.
Denize testiyi daldırsan, alabileceği kadar su alır, gerisi kalır.”
Rabbim açgözlülükten uzak gönül zenginliği nasip etsin hepimize.