BAYKUŞ!

Toplumun çoğunun uğursuzluk saydığı baykuşa bir de Mîmar Sinan’ın gözüyle bakalım. O, yaptığı eserlerinde hep bir “BAYKUŞ” figürü kullanır.

“Baykuş Figürleri”nden birkaçı; Selimiye, Süleymaniye, Mihrimah Sultan Câmileri ve Mîmar Sinan Üniversitesi’nin logosunda vardır.

Baykuşlar Yunan kültüründe bilgeliğin, eski Mısır’da ise uygarlığın temsilcisidir. Dünya tarihindeki birçok kültür ve uygarlıkta farklı anlamları olan baykuşun, Anadolu’da ise ölüm habercisi ve uğursuzluk sembolü olduğuna inanılır. Oysa baykuşlar sadece eskiden ağır hasta olan evlerde ışıklar genelde sabaha kadar yandığından o evlere ya da ışık alabildikleri elektrik direklerinin yakınlarındaki hânelere konar ve böylece ışıkta avlayabileceği hayvanları hareketli olduğundan daha net görür. Ama evdeki hasta öldüğü zaman da ihâle ona kalır. “Baykuş kondu, öttü ondan oldu, ondan öldü” vs vs... İnançlar, hurâfeler hep böyle neden aramalar, hayaller ve yakıştırmalar üzerine çıkmamış mıdır? Mîmar Sinan, eserlerinde baykuş formlarını işler; bizlere de eserlerindeki bu akılalmaz incelikleri hayranlık ve saygıyla selâmlamak kalır.   Kendisini tekrar rahmet ve minnetle yâd ediyorum. Hikâyelerin gerçek olup olmadığı çok önemli değil bizim açımızdan. Bizi asıl ilgilendiren verilen mesajlardır.

Rivâyet odur ki; Süleyman (a.s)’ın huzuruna bir baykuş gelir ve aralarında şöyle bir konuşma geçer. Süleyman (a.s.):

▬ Ey baykuş, biliyorum ki arpa, buğday vb. hubûbat yemezsin, acaba nedendir?” der. Baykuş:

▬ Ey Allah’ın nebîsi, Âdem (As) ile Havva annemiz o hubûbatı yedikleri için dünyaya sürgün edildiler. Ben de onun için yemem.” Baykuş değil sanki koskoca evliya mübârek. Süleyman (a.s.):

▬ Biliyorum ki, sen su da içmiyorsun, nedeni nedir?” Baykuş:

▬ Ey Allah’ın peygamberi, Nuh (a.s)’ın kavmi suda boğuldu. Ben de suya tövbe ettim onun için içmem.” Süleyman (a.s.):

▬ Peki, niçin mâmur yerlerde değil de harap yerlerde yaşarsın?” Baykuş:

▬ Harap yerler Allah’ın mîrâsıdır, sahipsizdir. Ben insanların sahip olduğu binâya konmam.” Süleyman (a.s.):

▬ Peki, harâbelerde niçin ötersin?” Baykuş:

▬ Ey dünya nimetlerine aldananlar, bulunduğum harâbeyi görüyor musunuz? Siz de bir gün bunun gibi harap olacaksınız, yok olacaksınız demek isterim.” Süleyman (a.s.):

▬ Peki, evlerin üstünde uçarken ne diye ötüyorsun?” Baykuş:

▬ Ey Âdemoğlu vay sana vaylar sana, yazıklar olsun sana. Arkanda bu kadar isyan ve günah, önünde de bu kadar keder ve belâ varken nasıl dünya nimetlerinden lezzet alıp neşelendiğinize şaşarım demek isterim.” der. Peygamber Efendimiz (s.a.v.); “Benim bildiğimi siz bilseydiniz az güler çok ağlardınız” buyurmuyor mu? Süleyman (a.s.):

▬ Niçin gündüz uyurda gece uyumazsın?” der. Baykuş:

▬ Ey Allah’ın nebisi, gündüz âdemoğullarının nefislerine uyup zulümlerinin çoğaldığı zamandır. Onlardan kaçarım ki zulümleri bana erişmesin. Gündüz uyurum ki, onların yaptıklarını gözlerim görmesin.” der. Süleyman (a.s.):

▬ Ya sabaha kadar ne ile meşgul olursun?” Baykuş:

▬ Ey insanlar, uykunuzu ve gafleti bırakın artık. Âhiret için tedârik görüp, azık hazırlayın. Sonra beni yaratan Allah u Azimüşşanı noksan sıfatlardan tenzih ederim diye zikrederim mevlâyı!” Süleyman (a.s.):

▬ Ey baykuş, insanlar seni niçin uğursuz sayarlar. Hâlbuki senin kadar insana merhamet eden ve nasihatte bulunan yoktur.” diyerek hârika bir ders verir bizlere. Ne dersiniz baykuşu uğursuz sayan bizler acaba bu nasihatlarla hatalarımızı yüzümüze vurduğu için mi uğursuz sayıyoruz?

Peygamberimiz (s.a.v.), amcasının oğlu Abdullah’la birlikte yolculuğa çıkar. Bir ara ona “Yavrum! Sana bazı tavsiyelerde bulunacağım. Bunları sakın aklından çıkarma!” buyurur. Ardından bu genç sahabîye Rabbi ile arasındaki bağı asla koparmaması gerektiğine dâir şu nasihatte bulunur: “Allah’ın hakkını koru ki, O da seni korusun. Allah’ın hakkını koru ki, O’nu her dâim yanında bulasın. Bir şey isteyeceğin zaman Allah’tan iste. Yardım dileyeceğin zaman Allah’tan dile. Bil ki, bütün varlıklar sana yardım etmek üzere bir araya gelseler, Allah’ın dilediğinden başka yardımda bulunamazlar. Sana bir zarar vermek üzere elbirliği etseler, Allah’ın takdir ettiğinden başka bir zarar da veremezler.”

Bir Müslümanın diğer Müslümana samimiyetle yaptığı telkin ve tavsiyeye nasihat denir. Nasihat, bir Müslümanın din kardeşinin söz ve davranışlarından kendini sorumlu hissederek ona örnek olması ve doğru yönde rehberlik yapmasıdır.

İbn Hibbân, nasihatin bâzen tepkiyle karşılanabileceğini söyleyerek yalnız kabûle yatkın olan kişiye nasihatte bulunmayı öğütler. Esâsen nasihate teşekkür etmeyene öğüt vermek çorak araziye tohum saçmak gibidir. Nasihati kabûle yanaşmayanlar genellikle kendilerini beğenmiş kimselerdir. Ayrıca nasihat gizli yapılmalıdır. Usûlüne uygun bir nasihat insanlar arasında sevgi, saygı ve dostluğu geliştirir, kardeşlik bağlarını güçlendirir. Mâverdî, nasihat edenin asıl görevinin muhatabın iyiliği için çaba göstermek olduğunu, mutlaka sonuç almak gibi bir görevinin bulunmadığını söyler. İbn Hazm, nasihatin başlangıçta gizli ve dolaylı ifâdelerle yapılmasının uygun olacağını belirtir, fakat muhatap kapalı sözlerden anlayacak düzeyde değilse açık ifâdeler kullanmak gerekir. Bir konuda bir kere nasihatte bulunmak farzdır, ikincisi uyarıdır, üçüncüsü eziyet yerine geçer. Merhum Cengiz Numanoğlu’nun dediği gibi:

İnsanlara öğüt ver, almayanı horlama,

Baktın ki açılmıyor, o kapıyı zorlama…”  Ancak konu dinin esaslarıyla ilgili ise muhâtabın hoşuna gitsin veya gitmesin tekrar tekrar nasîhatte bulunmak gerekir. İslâm ahlâkçıları, “Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz.” meâlindeki hadîsi de göz önüne alarak nasîhati tatlı dille yapmanın gereği üzerinde önemle durmuşlar, öğüt verirken yumuşak ve nâzik olmayı konuşmayla ilgili edep kuralları arasında zikretmişlerdir. Zîrâ sert ve mütehakkim tavırla yapılan nasîhat üzüntü ve nefret uyandırır. İbn Hazm da “muhâtapta eziyet ve nefret uyandıracak vaaz ve nasîhatte bulunmak peygamberlerin usulüne aykırıdır” der .

İmam-ı Gazali: “Nasîhat etmek vâizlik taslamaktır, bu işi ancak iki şartla yapabilirsin: Birinci şartı, söyleyeceğin her nasîhati evvelâ kendin tutacaksın, ondan sonra başkalarına öğüt vereceksin.” der. Yine Numanoğlu’nun beyitleriyle tamamlayalım:

“Bu hayat; Allah için, yarıştıkça güzeldir,

Dünya ile âhiret, barıştıkça güzeldir.

 

Bil ki; Allah yolunda, boşa gitmez emekler;

Cennet, boş duran değil, koşturanları bekler.” der, güzel de der merhum. Cennetin vârisi Allah için koşturanlara selâm olsun. Vesselam…

Asla unutmayın! “Herkes Kendi Tercihiyle, Kendi Hayatını Yaşar. . .”

            Selâm ve duâ ile…